Ukrayna’ya yönelik Rusya işgalinin yeni bir safhasına girdik. Putin, Moskova’da düzenlediği bir şölen ile Ukrayna’ya ait dört bölgeyi, Herson, Zaporijya, Donetsk ve Luhansk’ı ilhak ettiğini açıkladı.
Putin’in Moskova’da Kızıl Meydan’da Çarlık simgeleri ve marşlarıyla birlikte gerçekleştirdiği ilhak töreni, Rus tarihi için de önemli bir dönüm noktası; çünkü Rusya 1917’den itibaren normatif düzeyde de olsa ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanıyordu. SSCB Anayasası ile kurulan Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, yine Sovyet Anayasası’nın tanıdığı haklara dayanarak, birlikten ayrılmış ve bağımsız olmuştu. Tıpkı Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve Baltık Cumhuriyetleri gibi…
Daha sonra bu ülkeler yine Rusya’nın da katılımıyla Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kurmuş ve Rusya her biriyle yaptığı çeşitli anlaşmalarla hepsinin toprak bütünlüğünü ve egemenlik haklarını tanımıştı.
Ayrıca Ukrayna işgalinden önce Putin, asla toprak kazanımı peşinde olmadığını, bunların hepsinin Batı’nın ve NATO’nun yalanı olduğunu ileri sürüyordu. Kızıl Meydan’daki sömürgeci şölen ile Putin, ahlaksız bir yalancı ve zorba bir ilhakçı olduğunu bizzat kendisi ilan etmiş oldu.
Rusya, SSCB döneminde dahi askeri işgal eylemlerini rejim değişikliği ve Rus yanlısı iktidarları başa getirme yoluyla gerçekleştirdi. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgal edilen Baltık Cumhuriyetleri, bağımsız birer Sovyet Cumhuriyeti olarak SSCB’ye dâhil edildi. 1991’de bu ülkelerin bağımsızlığının temeli de yine Sovyet Anayasası’nda tanınan ayrılma haklarıydı.
İlhak hukuki bir terim olduğu için hem Sovyet Anayasası’na hem de uluslararası hukuku hatırlatmak zorundayız. Önemli olan SSCB rejiminin adil veya adaletsiz bir rejim olması değildir. Önemli olan 1991’e kadar bu devletin egemenliğinin dayandığı uluslararası hukuk rejimi ve Anayasal temelin yerini, yeni bir uluslararası meşru rejime bırakmasıdır. Yani devamlılıktır.
Putin, 2021 Temmuz ayında kaleme aldığı ve İleri Dergisi’nde Türkçesi yayınlanan makalesinde, SSCB’yi kuran Anayasa’yı ve sonrasında bağımsız devletlerin ortaya çıkmasını sağlayan anlaşmaları “Rus Anavatanı ve ulusuna tarihi ihanet” ve “sözde bağımsızlıklar karnavalı” olarak nitelendiriyordu. Bu makalede sadece Ukrayna değil açıkça Kazakistan’dan Baltık Cumhuriyetlerine kadar bütün eski Sovyet Cumhuriyetlerinin sınırları tartışmalı ilan ediliyordu.
Son ilhak açıklaması Rusya’nın açıkça Çarlık paradigmasına ve sömürgeci hukuk tanımazlık rejimine geri dönüşüdür. Rusya 2014’te Kırım’ı ilhak etmişti. Yeni ilhak edilen dört bölge ise Ukrayna’nın %15’ini oluşturuyor. Bu geniş topraklar yer altı kaynaklarına ve sanayi altyapısına sahip.
“Kendi kaderini tayin hakkı” uluslararası hukuk metinlerinde ve Birleşmiş Milletler sözleşmelerinde sadece sömürgecilikten bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelere tanınan ve özellikle Afrika’daki bağımsızlık hareketlerinin uluslararası meşruluğunu tanımak üzeri şekillenmiş bir hak. BM’nin bu konudaki hassasiyetinin ve aşırı dar yorumunun iki nedeni var.
Birinci amaç, bu hakkın zaten var olan egemen devletler arasında yeni savaşlar, işgaller için gerekçe olarak kullanılmasının önüne geçilmesi. İkinci amaç ise egemen devletlerin bağımsızlığı ilkesine saygı ve bağımsız devletlerin parçalanması sürecinin önüne geçilmesi… Yani aslında kendi kaderini tayin hakkı bağımsız devletlerin egemenliğinin de güvencesidir. Bu hak ileri sürülerek, bu hakkın en gerçek görünümü olan ulus devletler hukuku ortadan kaldırılamaz.
Bu yüzden ancak Çekoslovakya örneğinde olduğu gibi, iki egemen ulusun Anayasal süreçler içinde birleşmeleri ve ayrılmaları kabul ediliyor. Veya Sudan-Güney Sudan, Endonezya-Doğu Timor örneğinde yaşandığı gibi, egemen devlet kendi iradesiyle bölünmeyi kabul ederse, “kendi kaderini tayin hakkının kullanılması” meşru hale gelebiliyor. Kaldı ki meşru kabul edilen yine silahlı ayrılıkçı mücadele değil.
Çok basit ve güncel bir örnek verirsek, ABD işgali sayesinde Barzani’nin kurduğu “kukla Kürdistan” idaresi Irak’ta fiili bir bölünme yarattı. Ancak Barzani’nin ilan ettiği sahte referandum ve bağımsızlık kararı hiçbir ülke tarafından kabul edilmedi. Hatta ABD ve İsrail dahi bölünmeyi desteklemekle birlikte resmen tanıma kararı almadılar. Çünkü bu plebisit için Irak devletinin onayı yoktu. Zaten arkasından Irak merkezi yönetiminin askeri operasyonu geldi.
Kısacası kendi kaderini tayin hakkı, Avrupalı sömürge imparatorluklarının tasfiye edildiği süreçte, kanun tanımaz Batı sömürgeciliğin yerine gelen bir rejimdir. Rus sömürgeciliğinin tasfiyesi, SSCB’nin kuruluşuyla 70 yıl gecikti. Ancak SSCB’nin tasfiyesi dahi SSCB Anayasası’na da egemen olan kurucu bağımsız ulusların egemenlik hakkı ilkesine göre yapıldığı için bugün pek çok ulus ve devlet bağımsızlığına kavuşabildi.
“Kendi kaderini tayin hakkı”, Avrupa Sömürgeciliği ve bunun en son örneği olan Rus Sömürge İmparatorluğunun yeniden inşası için kullanılamaz. Sömürgeciliğin değil, sömürgecilik karşıtlığının dayanabileceği bir ilkedir.
Rusya’nın son kararının adı açıkça sömürgeciliktir. ABD’nin Irak’ta, İsrail’in Filistin’de yaptığından hiçbir farkı yoktur. Veya Wilson’un yeni sömürgecilik için önerdiği mandaterlik ve işgal politikasından da hiçbir farkı yoktur.
Bilindiği gibi Türkiye’yi yok etmek için de İtilaf Devletleri sözde Ermeni, Kürt ve Rumların “kendi kaderlerini tayin etmelerine yardımcı olacağız” diye Trakya ve Anadolu’yu işgal etmişti. Sevr’in temelinde de bu sömürgeci vahşet vardı.
Rusya Ukrayna’nın beşte birini resmen ilhak etmesinin, İsrail’in hiçbir uluslararası hukuk meşruluk kaynağı olmadan Kudüs’ü ve Filistin’i ilhak etmesinden hiçbir farkı yoktur.
Bu olayın Hatay’ın Türkiye’ye katılmasıyla karşılaştırılması ise ancak ya cehalet ya da bilinçli bir ihanet ile açıklanabilir. Hatay Türkiye’nindi zaten. 1921’de Fransa işgal güçleri Güney Anadolu Cephesi’nde yenilgiye uğratıldı. TBMM Hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması’nda İskenderun Sancağı için Fransa’nın Suriye Mandası’ndan açıkça ayrı bir statü tanındı. Ayrı bir parlamentosu, içinde ay yıldız olması şart koşulan ayrı bir bayrağı ve ileride kendi kaderini tayin hakkı metne geçirildi. 1938’de Atatürk’ün sağlığına mal olan büyük mücadelesi sonucu, Fransa Türkiye’nin bu antlaşmadaki haklarını kabul etti ve Türk Ordusu, plebisitin güvenliğini almak için Hatay’a girdi.
Rusya’nın Ukrayna’ya dayattığı Yeni Sevr ile Türkiye’nin Sevr rejimine son darbesi olan Hatay ile bütünleşmesini aynı kefeye koymak çok büyük bir kara propagandadır.
Nihayetinde ne sözde Avrasya ülkeleri, ne dünya ve ne de Türkiye Rusya’nın bu sadece “haydutluk” ve “sömürgecilik” hukukuna (!) dayanan ilhak kararını tanımadı.
En önemlisi ise Ukrayna bu kararı tanımıyor. Ukrayna halkı bu zorbalığa direneceğini açıkça gösterdi. İlhak edilen ve sözde plebisit düzenlenen bölgelerde hâlâ bir savaş sürüyor. Donetsk’in bile sadece yüzde 60’ını işgal edebilen Rus işgal güçleri, dün Lyman kentinden geri çekilmek zorunda kaldı.
Gürcistan’da zorla dayatılana karşı Ukrayna direneceğini gösterdi. Bu hortlayan Rus sömürgeciliği için kötü, bütün Türk Cumhuriyetleri ve ezilen uluslar için ise iyi bir haberdir. Bağımsızlığın bir bedeli vardır. Bu bedeli ödemeye hazır olan ulusları en çok biz Türkler anlar ve sayarız.
Ukrayna ilhakı ve Sevr’i asla kabul etmeyecek. Son söz, sömürgecilerin ilhak şölenlerinde değil, vatanını savunan halkların savaş alanlarında söylenecek.