Ukrayna’daki Rus işgalini haklı gerekçelere dayandırmak isteyenler, Ukrayna’nın NATO’ya girmek istemesinin Rus ulusal güvenliği açısından bir tehdit oluşturduğunu; Zelenski’nin batıya yaklaşma çabasının Rusya’yı sıkıntıya sokacağını söylüyorlar.
Haritalara bakıldığında NATO’nun genişlemesi açıkça görülüyor. Sıkıntı yaratan durum, bu genişlemenin bir parçası olmak isteyen egemen devlete müdahale hakkının “meşru” görülmesi.
Bu bakış açısı kabul edilirse ve uluslararası hukuk rafa kaldırılırsa, dünya çok kutuplu değil, çok savaşlı bir yer haline gelecek. Çünkü sınır demek zaten “tehdit” demektir ve uluslararası tehdit kavramının ortadan kalması şimdilik mümkün olmayan “sınırların kalkmasıyla” hayata geçebilir.
Farz edelim Rusya Ukrayna’yı egemen bir devlet olarak yok etti ve Putin’in “yapay” olarak gördüğü Ukrayna tarihe karıştı. Rusya’nın yeni komşuları Polonya, Slovakya, Macaristan ve Romanya gibi 4 ayrı NATO üyesi devlet olacak. Bu durumda yeni sınırlar yeni tehditler ortaya çıkacak, buraların da işgal edilmesi için “haklı gerekçeler” ortaya çıkmış olacak. Zaten Rus yayılmacılığına göre bu bölgeler de tıpkı Ukrayna gibi Rus imparatorluğunun tarihsel olarak arka bahçesi sayılacak yerler.
Türkiye ve Yunanistan gibi NATO üyesi olan ancak birbirlerini tehdit olarak gören iki ülkeyi değerlendirelim. Bir tarafın askeri yatırımları arttırması, belirli ittifaklar kurması diğer tarafı endişeye sokabilir, ülkeler arası gerilim de artabilir ancak bunların hiçbirisi bir işgale gerekçe vermez.
Hindistan ve Pakistan arasındaki sorunları düşünün; Hindistan’ın Rusya’dan S-400 alması, bir müdahaleye gerekçe vermez. En fazla sınırdaki geleneksel askeri törenleri biraz daha sert geçer.
Uluslararası hukuk ve diplomasi zaten bunun için var. Bunları yok sayan örneklerin bizzat ABD emperyalizmi tarafından yaşatılmış olması, dünyanın Rusya’ya da bu hakkı vermesini gerektirmiyor. Dünya ölçeğinde işgali kabul gören bir statükonun oluşması; dünyayı güçlünün güçsüzü tamamen yok edeceği, kimilerinin de bunun için “haklı sebepler” üreteceği ama sonuç olarak daha fazla masum insanın öleceği bir yer haline getirir. Bu insanlık açısından bir özgürleşme adımı değildir.
Rusya’nın uyguladığı “önleyici saldırı” konsepti, dünyaya Bush’tan miras kaldı. ABD, Irak’ta “Demokrasi götürüyoruz.” diyerek işgali meşrulaştırmaya çalışmıştı. Tıpkı bugün Rusya’nın Ukrayna’daki saldırıya “iktidarın neo Nazilerin elinde olduğunu, ülkenin bir avuç oligark tarafından yönetildiğini” söyleyerek gerekçe üretmesi gibi.
Putin’in “özgürleştirme” pratiğindeki en yakın yoldaşının Çeçen şeriatçısı Kadirov olması, durumu daha da trajik yapıyor. Ancak “demokrasi getirme” söylemiyle yapılacak müdahalelerin ne anlama geldiğini artık modern insanlık daha net anlayabiliyor.
Kaldı ki Ukrayna’da “demokrasi” vurgusu yapan Putin’in, kendi ülkesinde demokrasi olmadığı; Rusya’nın tıpkı Türkiye gibi otoriter rejimlerle arasının çok iyi olduğu da ortada.
Sürecin sonuna baktığımızda, sürekli “güvenlik” vurgusu yapan Putin gibi aslında Avrupa’nın daha fazla güvenliğe ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. İşgali ABD’nin kışkırtması üzerinden okuyanlar, sonuç olarak Putin’in kışkırtmasından dolayı AB’nin daha fazla askeri güvenlik arayışına girdiğini, Almanya’nın askeri bütçesine 100 milyar avroluk bir kaynak ayırdığını söylemek zorundalar.
Küresel iş dünyası (Rus oligarklar da dahil olmak üzere), Rusya’ya karşı birleşmiş durumda. Fazla komplocu olan birisi şu soruyu sorabilir: ABD’nin bu kadar önünü açan bir hamleyi yapan Putin’in arkasında ABD olabilir mi? ABD’nin etkisini böyle arttırdığı ve Avrupa’nın NATO’ya daha bağımlı hale geldiği bir işgale gerekçe yaratmaya çalışanlar aslında ABD emperyalizmine hizmet mi ediyorlar? İfrada varan bir ABD düşmanlığı, özünde bir Amerikan muhipliği de olabilir.