Stratejik göç: Türk ulus devletine saldırı
Suriye’de iç savaşın çıktığı 2011 yılından bugüne AKP iktidarı, Türkiye’nin yapısını çok hızlı ve kökten değiştirecek boyutta bir göçmen kabulüne başladı. Adeta istila şeklinde ülkemize giren Suriyeliler, son yıllarda bunlara eklenen Afgan ve Pakistanlılarla birlikte, bazı il ve ilçelerde Türk nüfusu azınlığa düşürecek duruma geldiler.
Stratejik göç, emperyalizm tarafından bilinçli olarak yaptırılan göç hareketleri ile hedef ülkenin nüfus yapısının bozulması ve değiştirilmesidir. Stratejik göçü ve sonuçlarını, biz Türkler 12 yıldır bire bir yaşayarak görüyoruz. Her geçen gün nüfus yapımız bozuluyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfusu, Suriyeli Araplar lehine değişiyor. Nüfusla birlikte Türk dili, Türk kültürü de değişmektedir. Türk toplumu sadece etnik anlamda değil, sosyal ve kültürel alanlarda da bozulmaya ve değiştirilmeye çalışılıyor.
Emperyalizm tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bu bilinçli göçün iki muhtemel sonucu olacaktır. Daha doğrusu bu göçün iki hedefi vardır. Birincisi, Türkiye’de bir iç bölünme, hatta bir iç savaş çıkartmak ve Türkiye’yi bu şekilde zayıflatıp bölmektir.
Suriyeli göçünün başladığı 12 yılda, Türk milleti ile Suriyeliler arasında pek çok olay yaşanmış ancak bu olaylar Türk milletinin sağduyulu tavrı sayesinde, tüm kışkırtmalara ve ırkçılık suçlamalarına rağmen, çatışma ve savaş boyutuna varmamıştır.
AKP’nin ilk yıllarında ve “açılım” sürecinde, Kürtler üzerinden aynı planın uygulanmasına tanık olmuştuk. Sürekli bir Türk-Kürt çatışması kışkırtılıyor, en ufak olayda hemen Kürtler belli kesimlerin kanatları altına alınıp korunup kollanırken, Türkler; bugün olduğu gibi, ırkçılıkla, faşistlikle, Kürt düşmanlığıyla itham ediliyordu.
Bunun yanı sıra, sınırlarımızdan denetimsiz olarak geçen göçmenler arasındaki terör örgütü üyelerini de es geçmemek gerekir. Bu örgütler, Türkiye’de yuvalanıp kanlı eylemlere girişebilir, ülkelerindeki terör faaliyetlerini Türkiye’ye taşıyabilirler. Taksim’deki bombalı saldırının faili ve ona yardım ve yataklık edenlerin hemen hemen hepsi, Türkiye’ye kaçak yollardan girmiş sığınmacılardı.
Suriyeliler sorunu bir yönüyle de Kürt sorunudur
İkinci hedef, emperyalizmin yüz yıllık hayali Kürdistan’ı kurmaktır. İran, Irak, Suriye ve Türkiye topraklarını kapsayan sözde “Kürdistan” haritasını Sevr’den biliyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız ve bugün Türkiye’de PKK’lıların ve Siyasal İslamcıların birlikte saldırdıkları Lozan Antlaşması, emperyalistlerin ve içerideki işbirlikçilerinin hayallerini yüz yıl önce suya düşürmüştü. “Kürdistan”lı Sevr haritası yırtılmış, bölünmez Türkiye haritası dünyaya kabul ettirilmiştir.
Atatürk, emperyalizmin Türkiye’yi parçalama planına ulus devlet kurarak cevap vermişti. Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya hazırlandığımız şu günlerde, emperyalizm yine stratejik göç hareketiyle Türk ulus devletini parçalamayı amaçlamaktadır.
Şimdi biraz geriye dönüp 1991 ve 2003’te ABD’nin Irak’a saldırdığı ve Kürt devleti kurduğu günleri yeniden hatırlamamız gerekiyor. Çünkü Suriyeliler sorunu, ABD’nin Irak, Suriye, İran ve Türkiye topraklarını da kapsayan Kürdistan planından bağımsız ele alınamaz. Suriyeliler sorunu bir yönüyle Arap sorunudur ama diğer bir yönüyle de Kürt sorunudur.
AKP’nin demografik saldırısının hedefi Türklüğün yok edilmesidir!
Suriye iç savaşı ile birlikte Türkiye’ye akan milyonlarca Suriyeli, AKP’nin Türk devletine karşı yürüttüğü savaşın bir numaralı silahı haline geldi. Suriye iç savaşı, Erdoğan için neredeyse “Allah’ın lütfu” denebilecek bir olaydı.
Suriye’de iç savaş patlak verir vermez AKP, Suriye düşmanlığı yaparak Suriye’den gelenler için “açık kapı” politikası izlemeyi kararlaştırdı. Bu elbette AKP için sevinilecek bir durumdu. Her zaman hayalini kurdukları kozmopolit “Büyük Osmanlı”yı artık kurabilirler, dahası Türkiye Cumhuriyeti devletinin asli unsuru olan Türklüğü yok edebilirlerdi.
Bu nedenle Suriyelileri Türkiye’ye davet ettiler. İlk başlarda çadır kentlere alınan Suriyelilerin, daha sonra Türkiye içinde yayılmalarına izin verildi. Hatta bu yayılma işini bizzat AKP iktidarına bağlı Göç İdare Başkanlığı yönlendirdi.
Zaten Erdoğan ve AKP’nin iktidar yapılmasının sebebi de bu değil miydi?
Türklüğü ortadan kaldırmak!
AKP’nin ilk iktidara geldiği yılları hatırlayın. Türklüğe karşı en büyük ve sistematik saldırıların başladığı dönemdi. AKP iktidarı ile birlikte Türklüğe saldırmak, Türk’e hakaret etmek suç olmaktan çıkarıldı. Başta PKK’lılar olmak üzere tüm etnikçilere, sözde Ermeni soykırımını savunanlara “ifade özgürlüğü” adı altında göz yumulurken, Türklüğü savunanlar ırkçılıkla, faşistlikle suçlandı. Türkler, AKP’ye bağlı sağlı sollu medya tarafından her gün linç edildi.
Ancak Türk milleti, AKP’nin PKK ile Türkiye’yi bölmesine izin vermedi. AKP, açılım sürecinden sonra ilk girdiği seçimde tek başına hükümet kuracak çoğunluğu bulamadı. O tarihten sonra PKK karşıtıymış gibi politika izledi ama AKP ile PKK’yı bir araya getiren şey, Türk düşmanlığıydı. AKP’nin izlediği politikalar değişse bile özü hiçbir zaman değişmedi.
Gezi direnişi ile birlikte AKP, Türkiye’nin laik ve ulusalcı sosyolojik yapısına çarptığında, bu yapıyı değiştirmeye karar verdi. Bunun için de Suriyeli sığınmacılara sarıldı. Türkiye’ye yönelik çok büyük bir Suriyeli göçü, Türkiye’nin sosyolojisinin değiştirilmesi için atılmış en büyük adımdı.
Erdoğan, kendisine teslim olmayı reddeden ulusal yapıyı “kozmopolit bir imparatorluk nüfusu” yaratmak suretiyle yok etmeye çalışıyordu.
Ulus devleti şeklen yok eden AKP iktidarı, ulus kimliğini de yok ederek, mültecilerin yarattıkları dönüşümü “normalleştirmeye” çalışarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmasını sağlamaya çalışmaktadır.
Türk dilinin ve Türk kültürünün yok edilmesi
Dil, millet olmanın en önemli şartlarından biridir. O nedenle özellikle bugünlerde Türk diline yönelik büyük bir saldırı gerçekleştirilmektedir.
AKP’nin ilk iktidara geldiği yıllar, Türkçenin yanında Kürtçenin de resmi dil olarak kabul ettirilme çabasıyla geçmişti. AKP’lilerin zorlama Kürtçe konuşmaları, PKK’lıların Meclis’e kadar Kürtçeyi sokması, Kürtçenin eğitim dili haline getirilme çabası, AKP’nin ilk döneminde Türk dilini ve dolayısıyla Türk kültürünü çok dillilik ve çok kültürlülük adı altında yok etmeye çalışmanın ilk adımlarıydı.
Bugün benzer bir süreç Arapça için izlenmektedir. Suriyelilerin ilk geldikleri dönemlerde birdenbire Arapça tabelalar her yerde görülür olmuştu. Arapça tabelalara tepki olunca, AKP’liler pişkince “İngilizce tabelalara niye ses çıkarmıyorsunuz?” diye meseleyi farklı bir boyuta çekiyorlardı ama aslında iki konu aynı şey değildi. Arapça, bugün Türkiye’de yol tabelalarından e-devlet’teki sağlık uygulamasına kadar hemen her alana girmiş vaziyette.
Ülkenin demografisini değiştiren Suriyeli nüfusuyla, Arap sermayesinin Trabzon’dan Kanal İstanbul’a kadar uzanan geniş bir alandaki etkisi, Arap turist akınının yol açtığı kalıcı mekânsal hatta kültürel değişimler ve AKP tarafından Ortadoğu’nun Türk dış politikasının ana odağı haline gelmesi sonucu, Türkiye yavaş yavaş bir Arap ülkesi haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye’nin Arap ülkeleri ile yeniden barışması, Arap ülkeleriyle, özellikle de Körfez ülkeleriyle artan ekonomik ilişkiler ve milyonlarca Suriyeli ile birlikte ülkemize turist olarak gelen yoğun bir Arap nüfusunun, özellikle Trabzon/Uzungöl, Taksim gibi önemli turistik merkezlerde yarattığı değişime şahit olanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır.
Olay, bir tabela olayı değildir. Arapça ve Arap kültürü, Türkiye’de hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Arapçaya atfedilen kutsiyet, bu hakim kılma çabalarında başı çeken etmendir. Siyasal İslamcıların Arapçaya yüklediği kutsiyet, sokaktaki insanın da Arapçayı kutsal bir dil olarak algılamasını sağlamıştır.
Daha yakın zamanda Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “Günaydın” yerine “Essalamüaleyna ve ala ibadillahissalihin” denmesi gerektiğini ifade etmişti.
TRT’nin dijital platformu Tabii için düzenlenen lansmana katılan ünlü oyunculardan, başta Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne atanan Tamer Karadağlı olmak üzere, Arapça “hoş geldiniz, iyi seyirler” demeleri istendi. Bu anların da sosyal medyaya yansımasından sonra bir tartışma başladı.
Yine yakın zamanda AKP yandaşı gazeteciler bir video yayınlayarak Araplarla bir millet oduğumuzu söyledi.
İşte hem nufusolarak, hem dilde, hem de kültürde Araplaşma, yakın zaman içinde Türkiye’deki en büyükbeka sorunu olarak karşımıza çıkacak.
Göçmen tehlikesine karşı Türk milletini uyaran milliyetçi gazeteciler tutuklanmakta ve cezaevinde 12 Eylül’deki gibi saçları kazınarak işkenceye tabi tutulmaktadırlar.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni 100 yıl önce tarihin emperyalizme karşı kazanılmış ilk zaferi sonucunda ortaya çıkmış bir ulus devlet olarak kurdu.
Bugün, emperyalistler ve içerdeki işbirlikçileri ulus karşıtlığıyla ve AKP eliyle Türkiye Cumhuriyeti’ni göçmen cumhuriyetine çevirmek için çabalamaktadırlar.
Onlara yine Atatürk’ün 1923 yılında söylediği sözlerle yanıt verelim:
“Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”