Dilerseniz AKP’nin diplomasi takviminde neler olduğunu doğrudan Tayyip Erdoğan’ın dün akşamki (15 Mart) kabine toplantısından sonra yaptığı açıklamanın ilgili kısmından takip edelim.
“… Çarşamba günü İsrail Cumhurbaşkanı Sayın Herzog’un resmî ziyaretinin ardından Sayın Kardeşim İlham Aliyev’i ağırladık. Aynı gün akşamı Sayın Biden’la telefon görüşmesi gerçekleştirdik. Pazar günü Yunanistan Başbakanı Sayın Miçotakis ile verimli bir çalışma yemeği gerçekleştirdik. Dün de Alman Şansölyesi Ankara’daydı. İkili görüşmemizin ardından akşam geniş katılımlı bir çalışma yemeği gerçekleştirdik…”
Uzun zamandır soğuk savaş yaşadığı İsrail’le barışmış, Cumhurbaşkanı’nı Türkiye’ye getirmiş, arasının az çok limoni olduğu Almanya’nın Şansölyesini yine Ankara’da ağırlamış, ABD Başkanı ile telefonda artık çok normal bir şekilde görüşebilen bir AKP var artık…
Ve tabloda sadece bu da yok. Ermenistan ile normalleşme çok uzun zamandır gündemde ve yol kat edecek gibi görünüyorlar. Yine ciddi problemli bir konu olan BAE ile ilişkiler umulmadık kadar iyileşmiş halde. Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı bir cephe haline yine doğrudan AKP’nin politikaları sonucunda gelmiş olan Yunanistan’la da, Mısır’la da normalleşiliyor. Göründüğü kadarıyla buradan da Doğu Akdeniz üzerinden bir enerji hatları uzlaşması çıkması epey kuvvetli bir ihtimal.
Geçen yazımızda da değindiğimiz gibi Antalya’daki Rusya ile Ukrayna dışişleri bakanlarının, Mevlüt Çavuşoğolu aracılığıyla buluşması dünya çapında bir diplomatik hamle ve AKP açısından bir itibar kazanma adımı oldu. Ve yine dün akşam Erdoğan’ın açıkladığına göre şimdi de Çavuşoğlu Perşembe günü (17 Mart) önce Moskova’ya gidecek, ardından da Ukrayna’ya geçerek temaslarda bulunacak.
Tüm bu olup bitenlerin ışığında net olarak görmekten kaçınamayız: AKP, Batı İttifakı nezdinde artık yeniden muteberdir. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını ve ardından olacakları ne kadar hesaplamışlardır ne kadar hesaplamamışlardır bilinmez ama epey önceden bir “toparlanma”, Batı ve müttefikleriyle barışma planı yaptıkları açıktır.
Peki, bu durumdan nasıl bir anlam çıkarılabilir?
2021’in son aylarında AKP’nin ekonomi sahasında da çok sıkıştığı dönemde, Türk muhalefetinin geleceği tozpembe görmek için elinde çok güzel iki argüman vardı: Bunlardan birincisi AKP’nin ekonomide ipleri tamamen elinden kaçırdığı, muhalefet pek bir şey yapmasa da sırf iktisadî krizin AKP iktidarını kısa vadede yıkacağıydı. Ama öyle olmadı. Sular az çok durulunca aslında AKP’nin ekonomide attığı tüm adımları bilerek attığı, yıkıma uğrattığı kesiminse doğrudan doğruya muhalefetin ana gövdesini de oluşturan hizmet sektöründe çalışan “eğitimli emekçiler” ya da orta sınıf olduğu ortaya çıktı. Maalesef muhalefetin aradığı “kolay çıkış” bu değildi!
Muhalefetin bir diğer rehavet argümanı ise artık arkasında Batı’nın desteği olmayan, hatta Batı’yla cepheleşmiş bir AKP’nin ayakta kalamayacağıydı. Fakat son savaş krizini gerçekten de kendileri açısından bir itibar tadilatı fırsatına çevirmeyi başarmaları bu kolaycı yolu da tıkamış oldu.
Unutmayalım ki, AKP’yi yeniden arasına kabul etmiş bir Batı, belki onu yeniden kendi liberal ekonomi sistemi içine çekmeyi bir önkoşul olarak dayatacaktır. AKP de bu noktada çok da direnmeyecektir. Onun için de önemli olan “çarkın dönmesidir” ne de olsa. Fakat Batı (belki istese de) AKP’nin onun demokratik standartlarına dâhil olmaya yanaşmamasını azamî hoşgörüyle karşılayacaktır. Yıllarca Türkiye’de Kenan Evren rejimine, İspanya’da Franco’ya yani demokrasinin yakınından dahi geçmeyen ama ekonomide liberal, askerî alanda Batı müttefiki rejimler Avrupa’nın iki ucunda tahammül edecek kadar “geniş müsamahalı” olan Batı İttifakı şimdi de ekonomik liberalizm ve NATO sadakati şartlarını yerine getirecek bir AKP rejimini ayakta tutacak destekten mahrum bırakmaz…
Bu hoşumuza gitse de gitmese de (ki benim gitmiyor) durumun tahlilidir.
Kısacası AKP AKP’liğini, Batı da Batılığını yapar ama muhalefetimiz muhalefetliğini yapmazsa yani ekonomizminden ya da AKP’nin Batı ile çelişkilerinden medet umma kolaycılığından vazgeçip kendi iktidar alternatifini, programını yaratamazsa daha çok çekeceğimiz var demektir.