Olimpiyatların açılışı ile canlanan “Wokism” tartışmaları, kadınlar boks kategorisinde doğuştan kadın olmayan oyuncuların ezici üstünlüğü ile alevlenerek devam ediyor. Ancak görüleceği gibi konu yine Woke dininin temelleri çerçevesinde değil, sansasyonel LGBT misyonuyla ön plana çıkıyor.
Bir din olarak Woke tarikatının en büyük misyonerlik çabası LGBT alanında görülüyor. İlginç bir şekilde de LGBT kültürü adı altında New York merkezli travesti-fuhuş alt kültürünün abartılı ve karikatürize “Drag Queen” tiplemesi adeta bir ikon gibi öne çıkarılıyor. Woke dininin prestijli LGBT sınıfına dâhil olmak isteyen herhangi biri, önce New Yorklu travesti bir erkek gibi giyinmelidir. O kalitesizliğe ait müzikleri dinlemeli, o kalitesizlikte danslar etmelidir.
Demek ki mesele homoseksüellerin görünürlüğü ile ilgili bir mesele değil. Dini tarikata dönmüş bireyciliğin cinsellik temelli dünya görüşünün misyonerliği için LGBT kostümleri ön plana çıkarılıyor. Oysa Wokism bütün dışlanmış grupların sözcüsü olma iddiasındadır. Peki, neden zenci, hispanik veya başka azınlıklar değil de, özellikle LGBT öne çıkmaktadır?
Bunun açıklaması basittir. Bu dışlanmış “ırkları” ne kadar savunursanız savunun kendi liderleri vardır. Etnik örgütlenmenin veya kültür seviyesi elveriyorsa milliyetçiliğin ideolojik ağırlığı Wokism’den çok daha fazladır. Bu gruplar kendi siyasi önderliklerini kendi “ırkdaşları” arasından kolaylıkla seçebileceği için Woke dininin bu insanlarla kurduğu ilişki yüzeyseldir.
Homoseksüellik ise böyle bir alan değildir. LGBT’yi ve cinsel özgürlük festivallerini Woke dininin merkezine koyan Batılı beyaz, böylelikle yeni dinin ruhban sınıfını tekeline alabilir. Bu sayede Woke dininin “kutsal” bireysel özgürlük ve eşitlik iddiası ve talebine Amerikalı beyaz kadınların ve beyaz erkekler öncülük edebilir. Woke dinine göre en ayrıcalıklı ve doğuştan en günahkâr olan kesim “Amerikalı, beyaz, erkek” iken, herhangi bir Amerikalı, beyaz, erkek sadece ve sadece LGBT’den ve yüz tane farklı harften oluşan cinsel skaladan kendine bir tane harf seçerek, anında en ezilmiş, en baskıya uğramış ve dolayısıyla en çok kayırılma hakkını kazanan “bireye” dönüşebilir. Hatta tüm insanlığa eşitlik ve adalet dersi verecek ahlaki üstünlük koltuğunu kapabilir.
Uzun süre için insanlığa Protestan okulundaki siyah elbiseli mürebbiye gibi parmak sallama lüksünü elinde tuttuğunu sanan Batılı sarışın feministi bile çılgına çeviren bu kurnaz darbeye, bir feministin yanıt verebilmesinin tek şansı yine LGBT harflerinden birine geçiş yapmaktır. Bu durumda dahi homoseksüelliğini ilan eden Batılı erkek kadar kayırılma hakkını kazanamayacaktır. Çünkü feministler hâlâ kadınlara yönelik gerçek eşitsizliklerden arada sırada bahsedebilmektedir. Bu onları “heteronormal” dünyanın reformistleri ilan etmeye yeter. Gitsinler Amerikan Ordusu ile Afganistan’da dernekçilik falan oynasınlar.
New York, Paris sokaklarında liderlik yine LGBT’dedir. Esas önemli olan Batı metropollerinde erkek doğmuş sonradan kadınlığını ilan etmiş “bireyler” piramidin zirvesindedir. Adeta Woke dini tapınaklarının en çilekeş, en protest keşişleri olarak dokunulmaz bir noktadadırlar. Hadi diyelim ki bir ABD’li erkek, kendini kadın veya homoseksüel ilan etmeden, yine de “hareketinizin müttefikiyim” desin. Bu yine onu zirveye taşıyacaktır. Zuckerberg, Jeff Bezos veya Larry Fink milyar dolarlarıyla hareketin en büyük dostudur. Zuckerberg verilerimizi CIA’ya ve hatta Trump’a satabilir. Bezos işletmesinde sendikalı işçiye nefes aldırmaz. Fink bildiğin soykırım finansörüdür ama bu isimler aynı zamanda en güçlü “allies”dır. Yani Woke dininin müttefikleri. Bu isimlerin soldan gelecek saldırılara ve müdahalelere karşı en büyük güvencesi Woke hareketine sundukları büyük manevi ve elbette maddi destektir. Roma İmparatoru’nun Hıristiyan olmadan Hıristiyanlığın sponsoru olması gibi… Neden olmasın, tarihte yaşanmış örneği var. İki taraf için de kazan-kazan denklemi vardır.
Peki, burada plan nedir? Erkekliği öldürmek mi? Nüfusu düşürmek mi? İnsanlığı yozlaştırmak mı?
Bence yanıt: hayır! Wokism dini Batı tipi bireyci ve liberal ideolojinin rakipsiz kalması ve bilimsel meşruluk kaygısını bile taşımadan keyfi hegemonyaya yönelmesiyle birlikte iç yozlaşma ile ortaya çıkan bir yobazlık. Nitekim sadece bizim gibi Üçüncü Dünya ülkelerindeki değil Batı’daki aşırı sağcılar ve gericiler de aynı şeyi söylüyor. Bizdekiler diyor ki; “bizim kültürümüzü yok etmek istiyorlar”, Batı’daki muhafazakâr-gerici çevreler ise “Batı’nın kültürünü yok etmek istiyorlar, küresel elit kimliksiz, cinsiyetsiz, ailesiz bir toplum yaratmak istiyorlar. Hıristiyanlık ve Batı medeniyetini yok etmek istiyorlar.” diyor.
Yani Wokism’in bir şeyleri yok etmeye çalıştığı konusunda herkes hemfikir. Biz buradan bizim medeniyetimizi Batı’nın yok etmek istediğini söylüyoruz. Onlar da orada tam tersini iddia ediyor…
Oysa bir çürüme varsa, bu bireycilik üzerine kurulu yeni medeniyetin kendi iç dinamikleriyle ortaya çıkan bir çürümedir. İkinci önemli olgu ise demografi meselesidir. Aile odaklı tartışmaları kültür ve kimlik savaşlarının dışında biraz daha soğukkanlı ele almak için mutlaka insanın yeniden üretim döngüsüne yani demografiye odaklanmalıyız.
Bütün kutsal kitaplarda homoseksüelliğin günah olması boşuna değildir. Çünkü herhangi bir kavmin önünde çok gerçek ve çok acil bir sorun vardır. Soykırım ve soyun tükenmesi. Geleneksel dinlerde Tanrı ile insan arasındaki bağlantıyı, peygamber sağlar. Ancak Tanrı’nın seslendiği bu insan, günümüzdeki anlamda soyut birey değildir. Peygamberlerin vahiyleri kişiye değil, kavimlere ve aileleredir. Söz konusu kavim her an yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Savaşlar, işgaller, iç karışıklıklar, salgın hastalıklar, depremler…
Kavimler için yeniden çoğalmak adeta bir özgürlük, yeniden kutsanma ve doğuş eylemidir. Tıpkı Ergenekon veya Romus Romülüs Destanlarında olduğu gibi bir avuç bile kalsa bir kavim yeniden küllerinden doğabilir. Ve Tanrı’nın da onayıyla yeniden kendini var edebilir. Böyle bir tarihsellik bilinci içinde kavmin ve soyun çoğalmasına karşı saygısız ve düşmanca her türlü cinsel eylem, başta homoseksüellik olmak üzere tabii ki günah olacaktır. Hatta Yahudi şeriatı daha da ileri gitmiş, kişinin kendi kendini tatminini dahi günah kılmıştır.
Nüfusun ve iktisadi büyümenin nispeten istikrarlı bir büyüme dönemlerine girdiği dönemlerde, bu tabular zayıflar. Hatta bazen şimdi Batı’da gördüğümüz gibi tersine trendler egemenler tarafından teşvik edilir. Bazen aşırı nüfus da bir tehlike haline gelir. Ancak insanlığın gerçek biyolojik ve tarihsel hafızasında çoğalmak vardır. Yok olmak ve soyun tükenmesi korkusu çok daha ağır basar.
Geçici olarak homoseksüellik propagandasının rahat yapılabileceği bir döneme girdik. Woke dininin küçük bileşenlerinden olan çevreciliğin yarattığı yanlış bilincin de buna etkisi oldu. Özellikle Üçüncü ve Dördüncü Dünya ülkelerindeki nüfus artışı Batılı egemenlerin gözünü korkuttu. Ben bu dönemin çok kısa sürede geride kalacağını ve yeniden büyük bir ivmeyle çoğalmaya ve aileye ilişkin kültürel ve sosyal normların öne çıkacağını düşünüyorum. Kısa süren pohpohlama ve şımarma döneminde sonra ileriki dönemlerde homoseksüelleri çok büyük baskılar bekliyor. Hem de çok umut bağladıkları Batı’dan gelecek bu yeni dalga. Kabak gerçekten doğuştan, genetik olarak veya fıtraten böyle olan günahsızların başına patlayacak. Bu işin rantını kovalayan başka denizlere kolaylıkla yelken açacak.
Şimdi şöyle bir senaryo düşünün. Covid gibi küresel bir salgın. Ancak öldürme oranı bu sefer %30’larda… Veya dünya çapında büyük bir savaş… Bu tür bir dünyada nüfus düşüşü öylesine büyük bir varoluşsal risk oluşturacaktır ki; öyle dini tabularla, günahlarla falan değil; doğrudan modern devletlerin kamu düzeni, kamu sağlığı gerekçeleriyle, en sert kanuni düzenlemeleriyle homoseksüellik suç haline getirilebilir. Dinlerin günah kategorisine almakla birlikte, belli bir alan açtığı eylemler, modern devletin totaliter baskısı altında asla gerçekleştirilemez hâle gelebilir.
İdeolojik hegemonya Batı’da kuruluyor. Demografi ile paradigmalar son 5 yılda Batı’da tamamen ters yüz oldu. Batı ekonomileri ülkede azalan nüfusun, kişi başına zenginliği artırsa bile iktisadi büyüme oranını sıfıra ve hatta eksiye çektiğini gördü. Bu ise kapitalist yeniden üretim için en önemli mekanizma olan kredi mekanizması için ölümcül bir risk oluşturmaktadır.
Kredi demek gelecek ekonomik döngüden, bu seneki ekonomik döngünün yatırımları için borç almak demektir. Eğer gelecek ekonomik döngüde, nüfusun aşırı düşüşünden dolayı, verimlilik artışı olsa bile ekonomi daralırsa; kredi alanların toplam kârı kredinin faizini ödemeye yetmeyebilir. Bu durumda kapitalist yeniden üretim döngüsü sekteye uğrayacaktır.
2008’den sonra Kuzey Amerika ve özellikle Japonya ile Avrupa’da uzun süre devam eden eksi reel faize rağmen, sıfıra yakın büyüme oranları önümüzde duran bir örnektir. Demek ki nüfus artışı, özellikle Batı’da yaşanan yüksek tüketim gücü olan nüfusun artışı, yeniden teşvik edilmelidir. Nitekim son 5 yıldır İskandinav ülkeleri, Almanya, Fransa başta olmak üzere hemen hemen bütün gelişmiş kapitalist ülkeleri kadınlarda doğurganlık oranını arttırmak için olağanüstü parasal teşvikleri devreye soktu. Bugün Avrupa’da bir nebzeye kadar trendi tersine dönmüştür. Bazı ülkelerde doğurganlık oranı yeniden iki çocuğun üstüne çıkmıştır. Türkiye ise dünyada doğurganlık oranı en hızlı düşen ülkedir. Ve elbette bunun LGBT propagandasıyla hiçbir alakası yoktur. Tek neden 22 yıllık AKP’nin Türk halkına düşman politikalarıdır.
Tüm bu koşullar altında Woke dininin çocuk, aile, doğum düşmanı bir tavrı varsa, bunun nedenlerini küresel bir komplo veya propagandada bulamayız. Bireyci aşırıcılığın yarattığı kendiliğinden bir sonuçtur bunlar. Çekirdek aileyi nasıl kapitalist-endüstriyel topluma borçluysak, çekirdek aileyi de parçalayacak çekirdek birey de bu sürecin kaçınılmaz sonucuydu. İnsanlığa kapitalizmin belki de tek olumlu katkısı olan çekirdek aile ayakta kalacaktır. Kapitalizm ayakta kalmasa bile bu hepimizin kazanımıdır.
Son olarak, bu olayın erkek veya erkeklik düşmanlığıyla hiçbir alakası olmadığını not etmeliyim. Woke hareketinin erkeklik düşmanı söylemini ve kültürünü biraz kazıyalım. Altından muazzam bir erkek hayranlığı ve hatta erkek fetişizmi çıkacaktır. Bu dine kapılmış insanları ideolojileri, söylemleri ile değil, modaları, hal ve hareketleri, ilginç ve abartılı mimikleriyle değerlendirmeliyiz.
Örneğin erkek homoseksüelliğinin tipik karikatürünü ele alalım. Bu bir erkek hayranıdır. Ve hatta kadın düşmanıdır. Eski Yunan’dan beri kadın düşmanı patolojinin en belirgin halidir erkek homoseksüellik kültürü. Bazılarının abartılı efemine tavırları dahi, kadınlarla bir dalga geçme, onları karikatürize etme halidir. Nedeni ister kadın kıskançlığı olsun, ister kadın düşmanlığı, abartılı ve komikleştirilmiş “kadınsı” hareketler kadınlara saygı duymamaktan kaynaklanır.
Veya kadın homoseksüelliğinin karikatürlerine odaklanalım. Örnek alınan yine kaba saba bir erkektir. Adeta bir kamyon şoförüdür. O çok nefret edilen, hatta hepsi ölsün denen erkeklere özenmenin en zirve halleri bunlardadır. Tabii soru şu; eğer erkek gibi olmak isteniyorsa neden erkek düşmanlığı yapılıyor ki?
Ve tabii bir de feministler var. Bu akımlar içinde darmaduman olmuş, Foucault gibi bir iktidar ve erkek fetişisti düşünürü, kendine müttefik kabul etmiş feministe odaklanalım. Bu feminist var olan her haliyle kadın tiplerine düşmandır. En çok da anne haliyle. Hatta çoğu feminist ütopya ve distopyada (distopya Amerikan gericiliğinin edebiyatıdır, Jack Landon’un Demir Ökçe istisnasını saymazsak, özellikle devrimcilik ve insanlık düşmanı bütün “modern” akımların sığınağı distopyadır) “kadınlık hallerinin” en düşük hali annelik, kadının en kötü özelliği ise doğurganlığı olarak kurgulanır.
“The Handsmaid’s Tale” isimli akıl ve mantık düşmanı kurguda dahi, dünyadaki en önemli şeyin doğurganlık olduğu distopik bir gelecekte, az sayıdaki doğurgan kadın köleleştirilmiştir. Oysa doğurganlığın istisnai olacağı varsayımsal bir gelecekte, iktidarın doğurgan kadınlara çok kısada geçeceği açıktır. Belki de yegâne anaerkil toplumun temelleri böyle bir dünyada atılabilirdi.
Woke dininin ağırlığı altında günümüzün feminizmi bir kadın hareketi olmaktan çıkmış, mecburen bir lezbiyen hareketine dönüşmüştür. Feministler “L” harfinin altında aslında erkeklere değil, “heteronormatif” diye kınadıkları kadınlara düşmanlık yapmaktadırlar. Çağdaş feministin “zavallı”, “beyni yıkanmış”, “heteronormatif” ve “ataerkil” kültürel kodlarla köleleştirilmiş gördüğü kadın kimdir? Aşağı yukarı kadınların %95’ini bu kategoriye dâhil edilebilir. Bu yeni tip feminist (!) değil kadının özgürlüğünü, haklarını savunmak, kadının anatomisine ve hatta rahmine, vücut bütünlüğüne bile düşman bir akımdır. Wokism akımında liderliği LGBT ideolojisine kaptıran feminizm adeta kadın düşmanlığında yarışa girişerek açığı kapatmaya çalışmaktadır.
Peki, feministe göre güçlü kadın kimdir? Bu güçlü kadın artık erkeklerin bile dalgasına geçtiği bir erkek stereotipidir. Örneğin Steven Segal gibi tekme tokat herkese dalar. Herkesin haşatını çıkarır. Ali Ağaoğlu gibi kodamandır. Bir emriyle yüzlerce insanı işten atar. Rambo’dur. Köye dalar otomatik tüfekle önüne geleni tarar. Müslüman erkek teröristleri inim inim inletir. “Madam President”tır, Bush gibi bir emriyle yüz binlerce insanın üstüne füze yağdırır. Evet, bu tam olarak bir Netflix karikatürüdür. Ama en ağır Kurtlar Vadisi ahmaklığındaki “erkek”ten hiçbir farkı olmayan bir tip.
İyi de hayallerdeki “güçlü kadın”, en banal tipte bir erkek ise, erkeğe bunca düşmanlık niye? Veya erkeklik aslında ideal kadınlık ise, o zaman neden erkekler erkeklik yapmasın ki? Herkesin erkek gibi olmaya çalıştığı bir “ütopya”da, erkeklere neden erkeklik yasaklanıyor?
Kaldı ki böyle bir erkeklik de yok. “Ben güçlü erkeğim” diyen birinin takdir edilmesi için ancak zorba olması gerekir. Aksi takdirde böyle birine deli ya da psikopat gözüyle bakılacağı kesindir.
Nihayet görüyoruz ki; kadın düşmanlığı ve erkek hayranlığı homoseksüellik ve feminizm adı altında pazarlanıyor. Hakikaten burada kaybeden tek kesim kadınlar ve annelerdir. Çünkü savaş çıktığında erkekler yine asker olmak zorunda kalıyorlar. Sokak ekonomisine var olabilmek için yine kaba kuvvete ihtiyaçları var. Polislik, korumalık, vurdu kırdı mecbur yine erkeğin sırtında. Bu da onların geleneksel ve genetik normlarını ister istemez canlı tutuyor. Wokism onun için bir vızıltıdır.
Oysa Wokism kadınların kafasının üstünde bir sopa! “Güçlü kadın” olmak adına çocuklarını eşsiz ve büyük yoksulluk içinde büyütmeye zorlanıyor. Kendilerini ailesiz var etmeleri gerektiği söyleniyor. Yani erkekler ebeveynlik ve evlilik sorumluluğundan bile azade olacaklar. Kim ne derse desin, insanlık tarihinin gelişimi sonucu ortaya çıkan, kadının farklı toplumsal konumlarından en “güçlü”, en muktedir ve en prestijli mevzisi olan anneliği kadınların reddetmesi isteniyor. Kendilerini en adaletsiz ve en sömürücü şartlarda yeniden, tamamen baştan var etmeleri isteniyor.
Önümüzdeki dönem aileden, annelikten ve toplumsal dayanışmadan yana en büyük talep yine kadınlardan gelecektir. Çünkü bahsedildiği şekilde bir “özgür” kadın ve bireyler topluluğunda, erkekleri sınırlayan hiçbir sosyal norm ve ahlaki kural kalmayacaktır. Toplum vahşilikle uzlaşamaz. “Ataerkil” denen yapı öncelikle erkekleri medeniyet sınırları içinde tutan bir sosyal kontrol mekanizmasıdır.
Aile ve monogami insanlığın genlerine, anatomisine, evrimine ya da başka bir deyiş ile fıtratına içkindir. İnsan evladı 9 ay karında, en az 9 yıl da dışarıda, bakım ister. Tek kişi için bu çok zor bir görevdir. Bebek bir zekâ potansiyelidir. Şefkat ile zekâ arasında bağ vardır. Şefkatsiz ebeveynlik olamayacağı için, bu görevi topluma vermeye kalkan her deneyim çökmüştür.
Evlilik kuralları, kanunları, tipleri değişebilir. Aile genişleyebilir veya daralabilir. Ancak aile, annelik, babalık asla yok olmayacaktır. Yaşanan sorunlara insanlık kesinlikle bir çözüm bulacaktır. Woke dini bu açıdan da insanlık için bir fırsattır. Eski çağlarda dinsel yabancılaşma binlerce yıl sürebilirdi. Ancak bir “fıtrata uygunluk” iddiası da vardı. İnsan düşmanı değildi. Bugün ise hepimize bir çılgınlık gibi gözüken Woke gürültüsüyle, insanlık gerçek sorunlarıyla yüzleşecektir. Wokism de bütün yeni modern, seküler dinler ve tarikatlar gibi kısa sürede yok olacaktır.