Siyonist tecavüzün her geçen gün ve saat katliam, bombardıman ve işgaller suretinde pervasızca sürdüğü şu sıralarda Türkiye’deki basın henüz narkozun etkisinden kurtulabilmiş değil.
Cevap bekleyen onlarca soru ortada duruyorken herkes daha ilk günden kendi hikâyesini yazmaya ve kitlelerini zorla ona inandırmaya uğraşıyor ama kimse kendi iç sesine yalanlarla mukabele edemez. Küllenen ateş harlanmak üzere…
Sednayah hapishanesi gibi yalanları ve eski rejimin üzerine atılan onlarca işkence suçunu konuşmaya değmez. Elbette muhaberat rejiminin eli temiz değildi ve burada onun suçlarını örtmeye çalışmak bizim işimiz olamaz; fakat Batı’nın propaganda gücünü ve medya tekelini az buçuk bilen biri için tüm bu servis edilen haberlerin arka planındaki sahtekârlıkların artık midelerin kaldıramayacağı boyutlara geldiğini de söyleyebilirim. Gerçi, Türkiye’deki hükümet de hem gaddar idare tarzı hem de medya etkisi olarak birkaç ton aşağıdan bunlarla aynı paralelde…
Dış basında para mukabilinde Türkiye’yi abartılı biçimde öne çıkaran haberlerin yaptırılmasına ve aslında haber değeri taşımayan ama çok sık paylaşılan bu yayınları haberleştiren, böylece gerçeğin bir hayli ötesindeki bir yalanlar dünyasını halka dayatan medya propagandalarına karşı uyanık olunmalı. Haber kaynağındaki küçük bir karşılaştırmayla, sadece haber görsellerinin teyidini yaparken bile fark ediyorsunuz yalanın rengini. Hatta bunların içlerinde öyleleri var ki, bir ülkenin reklamı olarak bile değerlendirilemeyecek kadar kof ve tamamen iç kamuoyuna yönelik. Yani aslında istenirse reklamın bile kötüsü olabiliyor! O yüzden haber diye sunulan ne varsa kuşkuyla yaklaşmak gerekir. İşin en trajik kısmı ne biliyor musunuz? Bütün bunlar halkın parasıyla ve halkın büyük çoğunluğuna rağmen yapılıyor…
Kapıdaki tehlike: Büyük mezhep ve etnisite savaşı
Çatışmanın tarafı olan olmayan ülkelerin hemen hepsinin neredeyse iç savaşın başından beri ısrarla altını çizdiği fakat geçtiğimiz Pazar günü Şam’ın düşmesiyle anlamını tamamen yitiren bir garip tekerlememiz var: Suriye’nin Toprak Bütünlüğü!
Şu gün dahi samimiyetle buna inanarak yeni bir diplomatik çıkış arayışında olanlar varsa baştan söyleyelim; Onlar saygıyı hak ediyorlar ama durumu kurtarabilmeleri artık çok zor. Ancak olaylara vekilleri aracılığıyla müdahil olan ülkelerin karar vericileri açısından vaziyet böyle değil. Gerek söylemleri gerekse eylemleriyle saklamaya çalıştıkları sahteliği hemen belli ediyorlar. Peki, halen neye güvenerek bu sahtekârlığa devam ediyorlar?
Çünkü daha neler yaşanacağına ve sürecin nasıl şekilleneceğine tam olarak kimse emin olamıyor.
Öncelikle ilk ve “sahte söylem” senaryosu olan “Tek parça Suriye”nin anlamı; “Kapatın camı pencereyi kıyım yapacağız!”dır. Kimin gücü kime yeterse artık. Onca devletin çıkarı söz konusu iken din ve etnisite yönünden de bu kadar çeşitli bir coğrafyada bu mümkün görünmüyor. Kaldı ki bu senaryo kapsamında etnik ve dini gruplara göre kontenjan tanındığı bir hiyerarşik model tartışılıyor. 1960-1974 arası Kıbrıs Cumhuriyeti ve Lübnan tecrübeleri bu tip yapılandırılmış devletlerin ne kadar sallantıda olduğunu göstermiştir. Her şeyden önce bu modelin nüfus dengesi gözetilerek oluşturulması bir zafiyettir çünkü o dengenin doğal koşullarda hep aynı kalacağı garanti edilemez. Dolayısıyla “Tek parça Suriye”, etnik ve dini nüfus dengesinin iyi gözetildiği şartlarda bile zor bir proje.
O halde iki şekil kalıyor geriye; Ya federatif bir yapı veyahut tamamen bölünmüş parçalı bir Suriye (Gevşek federasyon ya da konfederatif Suriye). Buradaki söz konusu her iki şekil de İsrail’in çıkarınadır ve bir güvenlik sorunu teşkil etmez. Mücbir hal doğduğunda ise saldırma imkânı hep olacaktır. Bir diğer taraftan bu senaryoların her ikisi de Türkiye’nin menfaatine aykırıdır. Zaten desteklenmekte olan Fırat’ın doğusundaki Rojava kantonları güçlü tutulacak ve hâlihazırda İsrail ile olan doğal müttefiklik ilişkileri daha da güçlü olacaktır. Hapishanelerden salıverilenler ve yeni gelenlerle birlikte son bir haftada Suriye eskisinden daha tehlikeli bir yer. IŞİD’in yeniden palazlanmasından korkuluyor güya ama o da kendilerinin bir aparatı. Sonuçta yeni kravatlı El-Kaide (HTŞ) grupları ile IŞİD arasında zaten geçişkenlik var ve şimdiden sonra tek bir yol kaldı; alacakları işaretle bu selefi grupların her yere saldırmaları ve yine Kürtler tarafından tamamen ezilmeleri…
Sonuçta İsrail-Türkiye arasında bir “kazan-kazan” söz konusu olamaz. Geçen hafta bu iki ülke arasındaki oyunun sıfır toplamlı oyun olduğunu söylememin sebebi yukarıdaki iki ana senaryo ve kısıtlardı.
Peki bölgede kartlar yeniden dağıtılırken taşları yerinden oynatacak bir paradigma kayması yaşanırsa ne olabilir?
İç savaşın başından beri gazını doğrudan Avrupa’ya ihraç edebilmek için fırsat kollayan Katar’ın enerji yolu projelerini ve Akdeniz’deki gazını iki farklı yoldan yine Avrupa’ya satmak isteyen İsrail’e odaklanmak gerekecektir. Geçiş güzergâhında olması ve kendi münhasır ekonomik bölgesindeki doğalgaz yatakları (Afrodit sahası) sebebiyle Kıbrıs’ta bir çözümü zorlamaya, erteledikleri planları devreye sokmaya çalışacaklardır. Detayları oldukça fazla olan bu esaslı konuya burada daha fazla değinmeyeceğim. Ancak şu kadarını söyleyeyim; Kıbrıs üzerinde çok uyanık olmalıyız. Bilhassa ileri bir tarihte İsrail kaynaklı “cazip” tekliflere karşı. Hükümetin bu konudaki sicili biraz bozuk olduğu için insan emin olamıyor pek tabii.
Kuzey Suriye’deki yapılanma/Rojava
Bu sözde devrime hemen sahip çıkmaya, yeni duruma göre pozisyonunu ayarlamaya çalışan Kürtlerin yürüttüğü genel siyaset en başından beri irdelendiğinde gayet başarılı sayılır. Şimdi Türkiye’deki birçok kimse onları yine kukla-terörist ve Amerikan uşağı olarak yaftalayıp kafasını kuma görecektir ama bu şekilde yapmaya devam ederek ancak kendimizi kandırırız. Trump, bu oluşumun silahlı birliğinin başındaki adamı “general” diyerek onore etti ve onu yemin törenine çağırdı. Bu yapı o veya bu şekilde hem merkezi (eski) Suriye rejimiyle didişmeyerek hem de başta ABD olmak üzere küresel güçlerle ortak çalışarak kazanımlar elde etti. Kendisi de ABD ile iş tutan Türkiye’deki hükümetin bu konudaki sitemi kendi açısından haklı bir sitem; fakat buradaki Kürtlerin kazanımlarını masaya yatırdığımızda yeni Suriye bayrağını hemen kabul ederek ön almaları ve HTŞ ile kurabildikleri iletişim takdir edelim ki yerinde manevralardır.
Piyonlar irade koyamaz
“Önemli olan birkaç hamle sonrasını görmek değil, yirmi hamle sonrasını hesaplayabilmektir…”
Sadece özet okuduğunu itiraf eden ve başına gelen birçok felaketten sonra halen burnunun dikine gidecek kadar öngörüsüz birinin boyunu aşan laflar değil mi bunlar?
Zamanında akılsızca ve görgüsüzce krize atlanmasaydı bugün ülkemiz asıl belirleyici-ana aktör olacaktı, oysa şimdi bir plan dâhilinde orta hisseli bir ortak…
Takdir edersiniz ki, bu piyonlar ancak “ileri” komutunu aldıklarında ilerleyeceklerdir, ayrıca sorgulama yetileri yoktur. Bu arada belki bir üst akıl, Siyon aklı onları harekete geçirmiştir ama ona da güvenmemelerini tavsiye ederim. Aklın üstünde akıl, planların üzerinde daha büyük bir plan vardır.