Günümüzde Irak, Türkiye ve Suriye’de Kürt Kuşağı olarak tanımlanan bölgenin tarihsel kimliğine baktığımız zaman, Abbasi devrinde Harun Reşit’in oğulları döneminde Samarra’dan geldiğini düşündüğümüz Türk askerlerinin buradaki etkisini görürüz. Türk askerleri, Bağdat’ın dışına yeni bir şehir kurularak Samarra’ya yerleştirilmişlerdir. Dicle kıyısında bulunan bu şehre yerleşen büyük bir Türk askeri kitlesi esas olarak bölgede egemen olan mevali ya da memlûk olarak bilenen Müslüman ama Arap olmayan paralı veya köle askerlerden oluşmuş bu grup Abbasilerin dağıldığı dönemde belli beyliklerin egemen olduğu alanda yer almıştı. Bunlardan en tipik olanı da yine Dicle kıyısında bulunan Silvan’da yani Meyyafarikin’de kurulan Mervani beyliğini (Emevilerin Mervan soyundandır) bunların ele geçirmesidir. Ancak bu tarih çarpıtılmaktadır. Burayı fetheden büyük olasılıkla Samarra Türklerinden olan Bad bin Abdullah Harbendelu’dur.
Harbendelu’yu Harputlu ve bunu da bir Kürt aşiret adı olarak yorumlayarak onu Kürt olarak göstermektedirler. Oysaki o dönemde o bölgede Kürt yoktur. Meyyafarikin’deki bu beylik, “Kürtlerin Mervani Devleti” adıyla tanıtılmaktadır. Bu Şerefname’de de geçer ama tarihsel verilere baktığımızda burada uyumsuzluk vardır. Aynı şekilde bugün Urfa’da Halep’te ve daha güneyde Şam ve Mısır’a uzanan kuşakta Türklerin yerleştiği ve bu yerleşimin oluşturduğu coğrafya, tarihte Verimli Hilal olarak bilinen Dicle ve Fırat arasından Ölüdeniz fay hattı boyunca uzanan bir kuşak oluşturur. Burada iki büyük Türkmen grubu yer almıştır. Biri Artuklu Beyliği’dir. Döger boyuna mensuplardır. Zengiler ise Aksungur Porsuki’nin soyundan gelir. Musul Atabeyi olarak görev yaptığı dönemde Haçlıların kontrolündeki Urfa’yı yani Edessa Kontluğu’nu ele geçirmiştir. Ondan sonra da Antakya’ya ve daha güneydeki Trablus’a inmiştir. Buralara İmadeddin Zengi egemen olmuştur. Bunlar Haçlılara karşı ilk mücadeleyi veren İslam mücahitleri olarak ortaya çıkmışlardır. Dögerler, Zengiler, Salgurlar ve Avşarlardan oluşan Türkmen boyları bu bölgede egemen olmuştur. Şam, Musul, Mardin atabeyleri bunlardandır. Mısır’a kadar uzanan bölgeyi kontrol etmişlerdir.
Nureddin Zengi döneminde Mısır ve Kudüs tekrar alındı. Bu boyutuyla baktığımız zaman tarihsel olarak Verimli Hilal dediğimiz alanda Türklerin yeni bir etnogenez başlattığı açıkça ortaya çıkar. Bu etnogenez, Bağdat’ın hemen kuzeyindeki Samarra’dan başlayan, yukarıda Urfa’ya ulaşıp buradan Antep ve Antakya üzerinden güneye doğru dönerek Mısır’a kadar varan bir kuşak boyunca gelişti. Türklerin Müslüman olmasıyla beraber Arapça ile temas sonucu Araplaşma da yaşandı. Diğer taraftan Türkler Abbasî Devleti bünyesinde Memlûkler olarak çalışırken benzer bir olay Zengi Devleti’nde Selahaddin’in babası Eyyüb’ün paralı asker olarak bulunmasında da görülür. İmadeddin, Halep atabeyi olurken, Seyfeddin de Musul egemeni olmuştur. Mısır’ın fethinde Selahaddin’in amcası Şirkuh komutan olarak görevlendirilmiştir. Daha sonra Zengilere karşı Mısır’da bağımsızlık ilan etme noktasına geldiği zaman babaları Eyyüb, Zengilerin tepkisini çekmemek için onlara biat etmelerini Mısır’da istemişti. Bunları Şeref Han anlatır. Bu devletin asıl fonksiyonu Haçlılarla mücadeledir ve bunu Selahaddin de sürdürmüştü.
Bugün Urfa’yı alan İmadeddin Zengi’den, Kudüs’ü alan Artuk Bey’den, Mısır’ı alan Nureddin Zengi’den bahsedilmeyerek Selahaddin ön plana çıkarılır. Oysa o, Zengi Atabeyliği’nin bir komutanıdır. Ayrı bir etnik kimlikle oluşturulmuş bir ordu da söz konusu değildir. Ana etnik kimlik Dögerler, Salgurlar ve Avşarlardır. Eyyüb’ün Revandüz’deki bir Kürt kabilesinden geldiği iddia edilse de Revandüz’ün eski bir Arap kabilesi olduğu da söylenir. Neticede buradan İslamiyet ve Arapçanın etkisiyle Türklerin Araplaştığı bir etnogenez çıkmıştır.
Bin yılda oluşan bu etnogenez bugün gördüğümüz gibi Halep’ten Şam’a uzanan bölgedeki insanların Suudi, Irak ya da Basra Araplarıyla hiçbir benzerliği olmayan Araplaşmış Türkler olduğu görülür. HTŞ olarak bilinen grubun dünyanın çeşitli yerlerinden gelen teröristlerden oluştuğu iddia edilmektedir fakat Hama’nın, Humus’un, Halep’in buralardan sürülmüş olan halkının bu grubu oluşturduğu görülmektedir. Halep’i alanlar Haleplilerden oluşan Nureddin Zengi Tugayları’dır. Aynı şekilde Suriye Milli Ordusu’nun savaşçıları da buranın Türkmenlerinden ve Araplaşmış Türkmenlerinden oluşmuştur. Bunu Arap tarihçileri de vurgular. Türklerin buraya gelişi Emeviler devrinde başlamıştı. Örneğin Afşin, bir Türkmen komutanıdır. Bu boyutuyla, Türkmenler giderek Mısır’da Tolunoğulları Türk Devleti’ni oluşturmuşlardır.
Bugün bu bölgeye baktığımız zaman bir Kürt kimliğinden çok Türk kimliğinin söz konusu olduğunu görüyoruz. Avşarların bir kısmının Kürtleşmesi, Begdillilerin Badıllı adını alarak Kürtleşmesi gibi Artukluların ana kitlesini oluşturan Dögerler de Kürtleşmiştir. İlhanlılarla gelen Türklerse Göktanrıcı olmaları nedeniyle Kızılbaşlar haline geldi. Bunlar zamanla Şiileşip İran topluluğunu oluşturacaktır.
Zengi haritasına baktığımız zaman Türk hilali bölgesindeki etnogenezin 10. ve 11. yüzyılda başladığı görülmektedir. Yavuz’un bu bölgeyi fethine kadar önce Zengiler, belli bir dönem Eyyubiler sonra Memlûkler burada aynı topluluğa dayandı. Yavuz’dan sonra da bu etnogenezde bir değişim olmadı. Sünni topluluk Haçlılarla mücadele eden cihatçılar olduğu için günümüzde de bu kimlikle ortaya çıkmaktadır. Vahhabilerle, Suudi cihatçı Araplarla benzerliği olmayan bu grup Irak ve Suriye’de varlığını sürdürmüştür. İngilizler petrol için Irak’ta ayrı bir devlet kurarken Suriye’ye de Fransızlar el koymuştur. Ama eski Zengi kimliği Osmanlı egemenliğiyle de değişmeyerek süregelmiştir.
Gerçekte Suriye diye bir isimlendirme yoktur. Bu bölgenin tarihsel adı Şam’dır. Ölüdeniz fayının batısında Haçlılar varken doğusunda Türk etnogenezi gelişmiş ve kısmen Araplaşmıştır. Palmira kıvrımlarının ve Golan yükseltilerinin güneyinde ise yine kıyı ile Türkmen bölgesi ayrılmaktadır. Doğuda ise Fırat ve Dicle’nin oluşturduğu alansa Basra körfezine kadar uzanır. Buradaki Şii Arapların çoğu ise Araplaşmış Türk Şiilerdir. Şah İsmail döneminde yerleşenler ağırlıktadır.
Türk Hilali’nin geometrisini çizen üç kurucu komutan Dede Korkut’ta da Salur (Salgur) Kazan olarak anılan boydan gelen Zengilerdir. İmadeddin Zengi Urfa Haçlı Kontluğu’nu fethederek o döneme kadar ağırlıklı olarak Ermeni olan Urfa’yı Türkleştirmiştir. Urfalı Mateos da Urfa Tarihinde bu olayı anlatır. İmadeddin Zengi daha sonra Halep’e gelip yerleşmiştir. Şerefhan’ın İmadiye Kürtleri olarak andığı grubun da esas olarak onunla beraber gelen Türkmenlerin Şafiileşmesiyle ortaya çıktığı anlaşılır. İmadeddin Zengi ölünce iki oğlundan Nureddin Halep’e, Seyfeddin Musul’a atabey olmuştur. Nureddin hem Haçlılara karşı savaşmış hem de Mısır’ı fethetmiştir. Onun ölümünden sonra komutanı olan Selahaddin Mısır’da iktidara geçmiştir. Daha sonra bunlar Araplaşmıştır. Selçuklu ile ittifak yaptıklarında karşılarındaki Harezmşahlar Farsça konuşabildikleri halde Eyyubiler Arapça konuşmaktaydılar. Selahaddin’den yola çıkarak tüm bölgeyi Kürt gibi göstermek büyük bir çarpıtmadır.
Irak Kürtleri olarak bilinen Barzani aşireti ise Kuvayı Milliye’nin Mahmut Berzenci ile birlikte İngilizlere karşı Süleymaniye’deki savaşında Türklerin safında yer almıştır. Burada plebisit yapılmasına İngilizler bu nedenle karşı çıkmıştı. Burada Kürtlük daha sonra yüz yıl içinde değişen bir yapıyla ortaya çıkarılmıştır. Izady de buradaki yönetici kesimin Aşairlerin Kürtlüğü kabul etmediğini, bunu ancak batılılar aracılığıyla sonradan benimsediklerini söyler. Aşairin gulamları, paralı askerleri yani nökerleri ve mirzaları vardır. Bu Cengiz Han’ın toplumunun yapısıdır. Tarımcı ve çobanlar olarak da Goran ve Kırmançlar vardır. Güneyde ise Araplaşma ön plana çıkar.
Bugün Kürt Koridoru olarak tanımlanan kantonal yapılar çok sonradan gelişmiş ve küçük nüfuslu yapılardır. Tarihsel bir kökü yoktur. Burası Türk Hilali bölgesidir.
Nusayriler ise Mısır Fatimilerinin Suriye boyunca yukarı ilerlemiş kesimidir. Haşhaşiler de yine Fatımilerin koludur. Abbasi Halifeliğine karşı Fatimilerin mücadelesi bugün de bu anlamda sürmektedir.
Kürt devleti olduğu iddia edilen Eyyubiler ve Mervaniler dikkat edildiği zaman bunun doğru olmadığı açıktır. Mervanilerin Harbendelu ismi üzerinden Harput’a ve Kürtlere bağlanmasının bir mantığı yoktur. Kaldı ki o dönemde Harput da Kürt değil Ermeni bölgesidir. Büyük ihtimalle Samarra’daki Türk savaşçılarından gelmektedirler ve Harbendelu ismi de Arapça mızrak sözüyle ilişkilidir.
Eyyubiler de belirtildiği gibi Zengilerin komutanları olarak Mısır’da iktidara gelmişlerdir fakat onları iktidardan indirenler de Memlûkler adını alan başka Türkler, Kıpçaklar olmuştur. Adana’ya kadar uzanan Baybars, Moğollarla mücadele ederek onların Mısır’a ulaşmasını engellemiştir. Böylece buradaki Oğuz yapısına bir Kıpçak aşısı da eklenmiştir. Kıpçakların bir kolu da İldenizler olarak Azerbaycan’da iktidar olmuştur.
Bugün birçok Amerikan menşeli haritada Kürdistan olarak gösterilen bölge Türk yayanın kuzey kesimidir. Haçlılara karşı mücadele etmek için buraya gelen taze, dinamik ve passioner etnik kimlikli Türkler bu yayı oluşturmuştur. Bu bölgenin Kürtleşmesi olgusu Yavuz’un Doğu Anadolu’yu fethinden sonra Akkoyunlu kökenli ve Şah İsmail’e bağlı Türkmenleri Kızılbaş diyerek buradan kovması ve onların yerine Zağroslardan Şafi toplulukları İdris-i Bitlisi liderliğinde yerleştirmesiyle ortaya çıkmıştır. Ardından Türkmen grupların da bir çoğu Kürtleşmiştir. Ama bu yayın merkezini daima Türkmenler oluşturmuştur. Alparslan ile gelen Döger, Avşar, Badıllı ve Salurlar bu bölgenin temel halkını oluşturmaktadır.
Kısaca özetlediğim bu tezlerim onlarca yıldır yaptığım çalışmalarımın ürünüdür. Esas tablo Kürt Kimliği, Diyarbakır Kimi Yurdu?, Aleviliğin Bilinmeyen Tarihi ve Güneydoğu Kimin Yurdu? adlı kitaplarımda ortaya çıkmaktadır.
Etnik olarak Türklerin, Oğuzların, Kumanların Güneydoğu Anadolu’da Kürtleşmesi ise tarihsel bir olgudan çok 20. yüzyıla ait bir konudur. Dil açısından olaya yaklaştığımız zaman Dımili konuşan Alevi Türkmenler esas olarak Harezm dili olan eski Farsçanın bir versiyonunu konuşur. Kırmançça ise esas olarak Selçuklu’nun kullandığı bir dildir. Yeni Farsça, Tacikçe ve Kırmançça birbirinin devamı olan dillerdir. Taciklerle Güneydoğu’da Kürtçe konuşan topluluklar aynı dillidir. Daha güneydeki Süleymaniye’de ise Soranice konuşulur. Aslında Sorani çok yeni bir dildir ama sahte belgelerle 6. yüzyıla kadar tarihi geriye götürülmeye çalışılmış ama bunu bizzat İzady eleştirmiştir. Gerçekte Soranice, 6. yüzyılda değil, bin yıl sonra 16. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Kürt devleti olarak gösterilen Büveyhiler ise Deylemlilerdir. Bunlar 7 imamcı bir Şii kolundan olup Bağdat’ı ele geçirmiştir. Halife de buna karşı Selçuklulardan destek istemiştir. Bunların konuştuğu Deylem dili eski Harezm diline yakındır. Karşımıza çıkan dillerin ve kültürlerin gelişimi tablosu en az etnik gelişim kadar ilginç ve analize muhtaçtır. Ortada standart bir Kürtçe kavramı ise yoktur. Ortada dört ayrı lehçe değil dört ayrı dil vardır.
Diğer taraftan Türklerin Suriye boyunca ilerlemesi Halep, Hama, Humus ve Şam hattında olmuş ve Araplaşma oluşmuştur. Çok büyük bir Türk merkezi olan Halep, Osmanlı döneminde de ordunun tüccarları olarak develerle Bağdat kervanlarını oluşturmuşlardır. Diğer bir kol da Malatya üzerinden Eğin’e çıkarken bunlar katırcılara dönüşür.
İran’daki Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Şah İsmail Türkmenleri ise Kızılbaşlığın Şiiliğe dönüştüğü zaman buradaki Türkler de Farslaşma yoluna girmiştir. Bu anlamda dinsel, dilsel ve üretim tarzı merkezli farklılıklarla ortaya çıkan karmaşa bugünkü Güneydoğu Anadolu’yu, Suriye’yi ve Irak’ı etnik yapı anlamında belirlemesine karşılık buradaki tüm yapıların altında Türk kimliği vardır.