Yeni bir derdimiz var: “Zenci Elf olur mu?” Amazon Prime, 2017’de 1 milyar dolar ile tarihin en pahalı televizyon dizisini duyurduğunda bunu kimse tahmin etmiyordu. Ta ki geçen hafta, Tolkien evrenindeki “İkinci Çağ”ı konu alan diziden birtakım görseller ifşa edilinceye kadar…
Tolkien’e ve Orta Dünya’ya yabancı olanlar, sadece Peter Jackson’ın uyarladığı üçlemeleri izlemiş olanlar ve tamamen mevzunun dışında olanlar için bu ırk tartışmasını da içine alacak şekilde konuya bir el atalım.
İngiliz dilbilimci JRR Tolkien, 30’lu yıllardan 1973 yılındaki ölümüne değin temel metinleri Hobbit, Yüzüklerin Efendisi ve Silmarillion olan derya deniz bir fantastik edebiyat evreni yarattı. Bu evrenin kendi yaratılış mitosu, panteonu, kültürleri, dilleri ve özel coğrafyası var. En temelde çok basit bir iyilik-kötülük çatışması sunmakla birlikte çoğu noktada birbirine bağlanan çok sayıda hikâye, destan ve sayısız macera içeriyor.
Tolkien’in yaratımlarında, modern fantastik edebiyatı biçimlendirmiş çok önemli unsurlar var. En çok göze çarpan, karakterlerin ırkları ile ön planda olmaları. Tolkien evreninin bin yılları boyunca olaylara yön verenlerin başında, keder ve katliam dışında ölmesi imkânsız Elfler, uzun ömürlü, aşırı yetenekli ama açgözlü Cüceler ve büyük çoğunluğu gerçek dünyadaki gibi olan sıradan insanlar var.
Tolkien’de ırklar gerçek dünyanın genel ırk kabullerinin ötesinde, neredeyse türleşme düzeyinde. Fakat ortada ırksal dramlar yok. Çok keskin bir ırksal hiyerarşi söz konusu ama romantik bir düzlemde her ırk alnına yazılmış role ve kendini bulduğu toplumsal “kompartımana” razı. Yani mesela, bir Yahudi delikanlısı bir Arnavut kıza abayı yaktığı zaman kıyameti kopartan bir Osmanlı “millet” sistemi veya İrlandalı’nın Londra’da insandan sayılmadığı bir İngiliz toplumsal hiyerarşisi gibi değil.
Tipik bir antik Yunan efsanesinde olduğu gibi “yanlışlıkla” yaratılıp sonra uyandırılmak üzere uyutulan Cüceleri saymazsak, ilk ortaya çıkan uygarlık sahibi canlı nüfus Elflerdir. Tolkien’de, Elfler adeta “âlemlere rahmet” olarak yaratılmıştır. En aziz, en üstün, en ahlaklı ve en şerefli onlardır.
Elfleri Tanrı Eru bizzat yaratıp uyandırır. Cüceleri yaratan Aule ancak bir alt tanrıdır. İnsanları ise, belirsiz ve karanlık bir devri yaşarken bulup dil ve kültürle şereflendiren, yani ellerinden tutup kalkmalarına vesile olan bir Elf prensidir. Yani ırksal hiyerarşi daha yaradılışta göze çarpar.
Bunun dışında tüm Arda, Tanrı Eru’nun rızası olan armoniye katılıp katılmamak üzerinden ikiye ayrılıyor. Fantastik öğelerin dışında, Tolkien evreninde sosyoloji, ekonomi ve siyaset en erken Antik Yunan ile en geç Orta Çağ arasında bir yerlerde. Böyle herkesin sistemde mutabık kaldığı gerilimsiz ve kimlik siyasetsiz bir ırk ayrımı da herhalde böyle çağlarda, böyle romantik bir algılamayla mümkün olurdu.
Yıllar yılı Tolkien üzerinden dönen ırkçılık tartışmalarının odağındaki mesele kabaca böyle. Bu kadar ırk temelli bir edebiyat evreni Tolkien’in ırkçılıkla suçlanmasını beraberinde getirdi. Fakat Tolkien’in eserlerinde ırk kesin bir hiyerarşi ve kader belirleyicisi olarak varsa da bugün anladığımız haliyle bir ırkçılık yok. Yine de 19. yy’da Güney Afrika’da doğmuş bir İngiliz olarak Tolkien’in modern çağın ırkçı yaklaşımlarını benimsemiş olması kaçınılmazdı. Erdemlerin ve ahlakın, alçaklığın ve yozluğun soy bağı yoluyla aktarılabileceğini kabul etmiş olması da olasıdır. Yarattığı karakterlerde bu temel yaklaşım büyü ile karışık yer yer görülür.
Aslında Orta Dünya’nın uzun tarihinde kötülüğe karşı en büyük zaferler bu farklı ırkların güçlerini bir araya getirmesiyle elde ediliyor. Bu, Tolkien’in ırkçı olmadığına dair öne sürülen en büyük argüman. Irklarla gerçek hayattaki dünya halklarına gönderme yaptığı iddialarını görmezsek, Tolkien’i belki bugünkü bakış açımızla çok çok biraz geri kafalı olmakla itham edebiliriz.
Tolkien, Elflerin insanlara “abilik” yaptığı andan itibaren Üçüncü Çağ’ın sonuna kadar geçen 7 bin yıl boyunca yalnızca üç tane Elf-insan aşkına yer verir. Bu masalsı aşklarda temel kaygı, Elf tarafının sonsuz hayattan feragat etmesidir. Bugünkü anlamda bir mahalle baskısı, ayıplama, tabu yoktur.
Yine de içinde ırkçılık da barındıran eski tip önyargılar Tolkien’in dünyasını etkilememiştir, diyemem. Birinci Çağ’ın sonuna kadar belanın kaynağı olan Silmaril taşları Feanor’un eseridir. Belayı Üçüncü Çağ’a kadar taşıyan tek yüzük ise, Feanor’un tek torunu Celebrimbor’un elinden çıkar. Yani en hafifinden, armut dibine düşmektedir.
Tabi, güncel konu İkinci Çağ olunca değinmeden geçemeyeceğimiz bir de Numenor kralları meselesi var. Bence Tolkien’in ırkçılığa en çok yaklaştığı nokta burasıdır. Birinci Çağ’da yüksek Elflerin yanında yamacında duran, Elf davasında Melkor’un kötülüğüne karşı can verip can alan üç sadık insan soyu için Orta Dünya’nın batısında, denizin ortasında bir kara parçası yükseltilir.
Fakat bu adanın kurucu kralı olmak bir insana değil, insan yazgısını seçen bir Elf’e, Yüzüklerin Efendisi üçlemesinden herkesin tanıdığı Elrond’un kardeşi Elros’a nasip olur. Tanrı, ölümsüzlükten feragat ederek insanlara bu yeni ülkede “insanlık” öğretecek olan Elros’a 500 yıldan fazla ömür bahşeder. Onun soyundan gelen tüm Numenor kralları yine bu büyülü uzun ömre sahip olurlar.
Bu altın çağda yaşayan Numenorlular aynı zamanda “Batı’nın İnsanları” (Dunedain) diye bilinir. Orta Dünya’nın doğusunda güzel ahlaktan yoksun kalmış, kara efendilere destek orduları çıkaran Haradlılar ve Khandlılar ise aynen biz Türkler gibi “Doğulular”dır. Dilbilimci Tolkien’in, Orta Dünya’daki en leş ırka bulduğu ismin “Uruk” olduğu gerçeği de gün gibi ortada duruyor.
Müthiş bir hayalgücü derinliği ve dilbilim zenginliğiyle örülü koca mitosu çöpe atmak gönlümden en son geçen şey. Ama “Doğulular” Tolkien’in sembolizminde pek hayırlı bir yerde değil. Tolkien’da Elflerin adam ettiği “Batı’nın İnsanları” ise, Tanrıların Hint-Avrupa’da keşfedip Atlantis’te “üstünlük” kazandırdığı Aryan ırkı efsanesinden ne kadar uzak?
Şimdi internette kopan yaygaraya dönebiliriz. Ismael Cruz Córdova adında Porto Rico’lu siyahi bir oyuncu Elf karakter Arondir’i canlandıracak. Devasa tepki fırtınası içinde, “siyahi Elf olmaz” diye itiraz ediyorlar. Dünyada bu itirazı hararetle dillendirenler arasında ise, Tolkien’in Harad’a, Khand’a, Rhûn’ün ötesine attığı bizim gibi Türklerin geri kalmadığını üzülerek gördüm.
Tolkien’ın ışıltılı ak ciltleriyle tarif ettiği Elfleri Germen ve Kelt halklarından esinlenerek biçimlendirdiği, estetik algısının en üst sıralarına onları yerleştirdiği sır değil. Gerek Peter Jackson’ın uyarlamalarında, gerek Batı’da yapılan çeşitli tasvirlerde buna uygun tercihlerin ön planda tutulduğu da doğru.
Ama bir Tolkien uyarlamasında zenci bir oyuncunun bir Elfi canlandıramayacağını iddia etmek ve bunu kınamak, yaşasa belki Tolkien’in bile cesaret edemeyeceği düpedüz ırkçı bir tavır. Woke akımla, SJW’likle (socialjusticewarrior) itham edilen dizi ekibinin yaptığı şey edebî bir kurguyu kendi kabulleriyle uyarlamak ve izleyiciye sunmak. Tolkien’in metnine müdahale etmek, kitabı değiştirmek, sayfaları çarpıtmak değil.
Kimse yan çizmesin. Zenci Arondir’e itiraz edenlerin derdi Tolkien’in özgünlüğüne halel gelmesi, Tolkien hayranlarının Star Wars’ta olduğu gibi tarikatvari bir fanatizme teslim olmaları bile değil. Peter Jackson’ın Hobbit uyaraması için Tauriel karakterini yaratmasına gelen tepki, siyahî Arondir’in bir enstantanesine gelen tepkinin milyonda biri bile değildi. Çünkü Tauriel’i manken Evangeline Lily canlandırıyordu. Yaz sezonunda Rus peşinde kaybolan ergen ruhluların kışın kasvetinde “Türk kızı ırkını sev” çağrısı yapmasından ne farkı var bunun?
Ya Arwen? Orijinal hikâyede Glorfindel’in kurtardığı Frodo’yu filmde neden Arwen kurtardı? Çünkü yönetmenin ve senaristin bu kadar erkek dolusu bir metni ekrana taşırken bazı seçimler yapması gerekti. Beğenilir, beğenilmez, ayrı konu.
Kimsenin konuşmadığı bir de manzum meselesi var. Tolkien’in romanları manzumelerle, kasidelerle, ağıtlarla dolu. Shakespeare eseri değil ki, bire bir hepsini yansıtasın. Ama Shakespeare demişken, Paul Robeson’dan bahsetmemek olmaz.
Robeson, Nâzım’ın Korku şiirinde bahsettiği, Edip Akbayram’ın sesinden dinlediğimiz “inci dişli” kardeşidir. Köle bir ailenin oğlu olan sporcu, hukukçu, şarkıcı ve oyuncu Paul Robeson, Amerikan tarihinin en iyi Shakespeare oyuncusuydu. 40’ların ortasında canlandırdığı Othello karakteri ile Broadway tarihinde bir rolü en uzun süre canlandıran oyuncu oldu.
Robeson, Shakespeare’in “orijinal metninde” de bir Mağrip Afrikalısı olan Othello’yu ilk defa canlandıran bir Afrikalı olmaya cüret etmiş, başarısıyla adını tarihe yazdırmıştı. Tabi Robeson’a bunun bedelini ödeteceklerdi. O zamanlar “SJW”, “woke”, “cringe” demiyorlardı. Doğrudan “Sovyet ajanı” diyorlardı.
Senaristler Silvan (orman) Elfi Arondir’i İkinci Çağ’a ne kadar başarılı uydurdular? İnci dişli bir başka kardeşimiz Ismael Cruz Córdova bu işin altından ne kadar kalkabilir? Hiç bilemem. Fakat kopan fırtına, alt-rightçı ırkçılıkla dürtülmüş bir tüketici şımarıklığından ibaret. Kaldı ki, İkinci Çağ’ı konu alan Akallabeth, Tolkien’in işleri içinde belki yoruma, yaratıcılığa en açık olanı.