Kendi haklarını aramayanlar, yaşadıkları toprakların değerini de bilemez. Doymak, barınmak, altın biriktirmek, ev ve araba alabilmek ve de olabildiğince devletten geçinmenin ötesinde hiçbir sosyal yaşam beklentisi olmayanların,çağdaş bir insan gibi yaşamaya şansları da olmaz. Ellerinden gelen; kendilerini zahmete sokmayacak, düşündürtmeyecek bir lider edinip, gül gibi geçinip gitmektir! İstemek için o çağı bilmek ve o gelişmişliği tanımak gerek. Elde edebilmenin zorluğunu emek ve savaşımla yenmek gerek. Halkımızın öyle bir derdi şimdilik yok! Bugüne değin cumhuriyetin ana felsefesini oluşturan devrimler, laiklik, bağımsızlık, düşünce özgürlüğü, toplumsal barış ve emeğin adaleti adına ne yaptınız diye sorulduğunda, suçu iktidarlara atanlardır onlar. Siyasetçilerin milleti düşünmediğini, kamu mallarını sattığını, dinciliği dayattığını, yandaşlarını doyurduğunu, yoksulluğu ve terörü kullanarak halkı sindirdiğini basında, TV ekranlarında ağızları köpürerek anlatan muhalifler, neden-sonuç ilişkisini neden görmezden gelirler? Savundukları demokratik parlamenter sistemin önceden de var olduğunu, ancak içinde büyüttüğü dinciliği doğurmaktan başka bir işe yaramadığını unuttular mı? Parlamenter sistemin bu aşamadan sonra faşizmin yükselişini keseceğini mi sanıyorlar? Okyanusun sandalla geçilemeyeceğini kestiremiyorlar mı? İlk başta CHP; sırasıyla AKP karşıtı partiler, demokrat aydınlar, salon solcuları; bu düzenin yangınına boş sözlerle su dökmeyi, söndürmek mi sanıyorlar?
Sorumluluk ahlaktır
Cumhuriyet gazetesi, 2003 ile 2025 yılları arasında yaşanan felaketleri sıraladı geçtiğimiz günlerde. Toplamı, normal bir ülkede iktidarı devirecek çokluğa erişmiş olmasına karşın, istifa eden tek kişi yok! Geçmişten bir örnek verelim; Osman Gazi Köprüsü inşaatında (2015) görevli bir Japon mühendis yaptığı bir hatanın sorumluluğunu taşıyamamış, kendini öldürmüştü. Bir taşıyıcı halatın kopmasına çok üzülen mühendis boğazın keserek yaşamına son vermişti. “Olayın sorumlusu benim, kimsenin suçu yok” yazılı bir de not bırakmıştı geride… Tanrısız Japon halkının sorumluluk etiği Japonya’nın dünyadaki yerini belirlerken, dinci AKP iktidarının yaşına denk felaketlere seyirci kalması düşündürücüdür. Yaşanan ne olursa olsun, sorumluları kimler olursa olsun, bedelini bağımsız yargı önünde kesinlikle ödemelidir. Siyasetçi koltuğunu, iktidar hüküm gücünü sürdüredursun halkımız, geçim dertlerinden önce bu gibi sorumsuzlukların bilincine varmalı, çekilen acıların hesabını sormalıdır. Umut kırıcı bu duyarsızlık genelleştikçe, anayasamızın ilk dört maddesi ile “Türklüğü” sorgulayanlar güçleniyor. Yandaş bulmakta zorlanmıyorlar! Ölümcül tehlikenin ayırdına varamayanlar, her seçimi kurtuluş sanmakta bir sakınca görmeyenler, Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında neler yaşanmış lütfen yeniden okusunlar. Atatürk’e, Cumhuriyete ve devrimlerine arka dursunlar. Özgür olmayan toplumlar da yaşar bir şekilde… Lakin bağımsız bir ülkede, ulus kimliğini göğsüne takarak, bayrağına gururla bakarak özgür yaşamak daha başkadır.
Sen seçiyorsan; sorumlu sensin!
Mazlumluk, en kullanışlı sorumluluktan sıyrılma becerisidir. Siyasetçilere oy verdiklerini, düzeni kurduklarını, o düzenden nemalandıklarını unuturlar! Demokrasi tanımları da değişiktir; seçtikleri siyaseterbabının kendilerine benzemesi isterler. İşleri düştüğünde “hallederiz” demeleri yeterlidir onlar için… “Ben nasıl kurtulurum?” sorusu çıkarlarının ortak parolasıdır. Böylesine bencil düşünenlerin hak ettiği yönetim ise çöl demokrasisidir.
Felaketlerin sayısı belli… Ya günü gününe öldürülen kadınlarımız? Cinsel tacize uğrayan kız çocuklarımız, gençlerimiz… Soygun, gasp, cinayet, mafya örgütleri, tarikat yuvaları, kuran kursları, sokağa düşmüş kimsesiz kadınlar ve onları pazarlayan yabancı çeteler… Yoksulluktan bıkarak başka bir yaşamın düşünü kurup evlerinden kaçan gençlerimiz… Sosyal medyadan tanıdığı erkeklerin tuzağına düşen aile kızları, uyuşturucu mafyasının zehirlediği yoksul ilkokul çocukları… Varsılından yoksuluna ivme kazanan yolsuzluk, dolandırıcılık, büyücülük, üfürükçülük… Siyasette durum içler acısı; Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açılan bir parti lideri suçu yetmeyince, halkı kin ve düşmanlığa tahrikten içeri atılmakta… Cani bir adama Türkiye’nin geleceği sorulmakta, Kürtler kullanılmakta, STK baskılanmakta, gazeteler ve gazetecilerin soluğu kesilmekte,üniversite gençliği susturulmakta, dinciliğin düşmanı laiklik nerede yaşıyorsa öldürülmekte… Ve tüm bunlar, otoriter düzenin devamlılığını sağlayacak yeni anayasa için gerçekleştirilmekte…
Su hortumu kimin elinde?
Son 25 yılda yaşadıklarımız göstermiştir ki, halkın tepkisizliği yaygınlaştıkça, siyasal ve toplumsal seyrin rotası da ulusal felakete doğru çevrilmekte. Kendini kurtarmanın peşine düşen halk, “benden sonrası, tufan” mantığı ile cemaatleşmeye, laik-dinci ayrışımına doğru yönlendirilmekte… Kutuplaşmakta, yalnızlaşmakta, korkmakta ve kendi gücünü yaşamla savaşarak yitirmekte… Suskun ve inançları sömürülmüş insanların seçtiği baskın iktidar, devletle iç içe girdikçe hatalar yapmakta… Siyasetin büyükleri o hatalardan sıyrılıp suçu emekçilere, bürokratlara atmakta… Devletin Turizm Bakanı ateşe tutması gereken hortumu itfaiyeye, belediyeye doğrultmakta… Koca otelden kim sorumlu, tartışılmakta… Canlar ölmüş, acıların dumanı ülkeyi sarmış, iktidar, suçunu yüklenecek bir yetkili aramakta… Bulacak elbet! Yine ateş düştüğü yeri yaktığı ile kalacak. Devleti yöneten “DEVLET”, önündeki maçlara bakacak; anayasa derbisine odaklanacak! Halkın önüne galibiyet umuduyla çıkacak! Sonucuhep birlikte göreceğiz.