O’nun büyük liderliği, dehası, uzak görüşü ve bir askerden çok daha yoğun siyasal düşün kararlılığı “bizim özümüzü” simgeliyorken; dünya siyaset tarihinde yaşamış devrimci liderlerin varlığı karşısında bugün de dimdik ayakta duruyorken; Mustafa Kemal’in öğretileri dışında bir çıkış yolu aramak, onu tarihe gömmek isteyenlerle yandaş olmak, bir Türk için olanaksızdır! Bu inancım gelecek içinde böyledir. Dışa bağımlı siyasal dengelerimiz, siyasetçilerimizin kişisel kazanım amaçları bir karmaşayı andırıyorsa da sonunda varılacak kurtuluş yolu tektir; Kemalist devrimciliktir!
Ben ülkemizdeki işlevi, modeli, uygulama politikaları ve kimlere hizmet ettiğine bakarak demokrasiyi bedenimize pek uygun bulmam! Bu düşüncem bana daha çok araştırma zemini kazandırmıştır. Yeri geldiğinde, Atatürk’ün demokrasi konusundaki sözüne de saygı duyarım; yazıma onunla girmeyi yeğledim.
“Yöneticiler, iktidara saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. Ulusa karşı olan görevlerini kötüye kullandıkları takdirde, şu ya da bu biçimde ulusal iradenin kendi haklarında vereceği kararla karşılaşırlar. Ulus tarafından, ulus adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar, gerektiğinde ulusa hesap vermek zorunda olduklarını bilmelidirler.”
Atatürk
***
Demokrasinin olduğu yerde bir de sandık vardır! Bizim siyasal seçkimiz de sandıktan yanadır. Suskun halkımızın demokratik itirazları bir sandıkta birikir ve beş yılda bir o sandık açılır; içinden umulmadık başkaldırıların fotoğrafları çıkabilir! Alanlarda toplanan on binlerin seslerinden rahatsız olanlar, bu sandığın dibinde birikmiş görüntülere şaşırarak bakarlar. Bunlar halkın kalkan yumruğudur, sessiz haykırışıdır, iktidara ve baskılara başkaldırışıdır. Ama çıt çıkmaz; gelecek fırtınanın habercisidir suskunluk. Otoriter kızmıştır; içi yanmış, gözleri büyümüş, canı sıkkındır. Yüzü bir mermerin soğuğu gibi serttir ve duygusuzdur. Yenilgi sonrası neler yapabileceğini merak edenler, balkondaki sakin Erdoğan’ın duruşundan ve sözlerinden anlamışlardır!
***
Ülkemde yeni bir ufkun perdesi aralandı. CHP, bin yıllık partilileri bile şaşırtan bir sonuç aldı. Anımsıyorum; toy bir gazeteciyken yine biz devrimci ve Atatürkçüleri şaha kaldıran bir sonuç yaşamıştık. 14 Mayıs 1973 yılı genel seçimlerinin sabahında, İstanbul’un sokakları Ecevit’in fotoğrafları ve CHP’li bayraklarla donatılmıştı. Yer-gök yine kırmızıydı. O ağır koşullarda CHP, Karaoğlan’ın zaferiyle sevinmiş ve sevindirmişti. Devrimlerin partisi, %27.4’lük bir sıçrama yapmıştı. O günden bu yana solun ve devrimci Kemalist düşüncenin üzerinden çok silindir geçti.
Ve şaşılası bir sonuçla buluştu CHP. Ülkemin yüzü kırmızıya boyandı. Bu siyasal değişimin ilk sonucu, 22 yıldır iktidarını sürdüren “Anayasal Diktatörün” önüne derin, devrimci bir barikat koymasıdır. Sayın Erdoğan şimdi, önündeki engeli nasıl aşacağını, dinci/faşist iktidarını nasıl ayakta tutacağını düşünecek tam beş yıl!
Erken seçim (mi)?
Boş düşler derin tuzaklar kazar… Biliyoruz ki Sayın Devlet Başkanımız bırakın milletine, babasına bile güvenmez!
***
“Tuhaftır ki, demokrasinin bu kadar uzun bir geçmişi olmasına karşın karışıklığa ve anlaşılmazlığa katkıda bulunmuştur, çünkü farklı zamanlarda farklı yerlerde ‘demokrasi’ insanlara farklı şeyler ifade etmiştir” (Robert A. DAHL, Demokrasi Üstüne, sf.2.) Bu tanımlamanın bizdeki anlamı şudur: Anadolu topraklarının feodal birikimi, demokratik geleneklerin yeşermesini engelliyor! Kafa karışıklığı, çıkar karmaşası, inanç yalpalaması, lideri saptama beceriksizliği yaratıyor demokratik düşünce tarımı… Bu durumda ne yapmıştır Milli Şefimiz İnönü ve devrimci kadrolarımız, neye karar verilmişlerdir?
İki partili sandıklı demokrasiye!
Geçtiğimiz günlerde yerelde yaşadığımız “despotluğa baş eğmeme” eylemi, önündeki sandıkla yazgısını değiştirmek isteyen halkın başkaldırısıydı.
Demokratik bir geleneği yoktu!
Demokrasinin gelişmesini simgelemiyordu!
Başka bir yol bulamayan, sesini yükseltemeyen, karnını doyuramayan, adaleti bulamayan, ezilmekten bıkmış yığınların zarflara sığdırdıkları isyanlarının patlamasıydı.
CHP’nin yenilgileri tespih gibi dizilirken, demokrasimiz ve sandığımız ve mütedeyyin sayın halkımız ortalıkta yoklar mıydı? Beş ay önce de açlar aç, ezilmişler ezilmiş, adaleti bulamayanlar, sesini yükseltemeyenler vardı, Erdoğan’ı bu insanlar cumhurbaşkanı seçti.
Beş ayda ne oldu?
Akıllar başa mı erdi?
Kahrolsun bu insanları demokrasi olgusuyla yüz yıldır aldatanlara…
Kahrolsun Atatürkçülüğü sandık demokrasisi ile karıştıranlara…
***
Siyasal sözlük seçmeni, “demokrasilerde siyasal düşünce ve tercihlerini oy kullanarak belirten kişiler” olarak tanımlar. Dolayısıyla kişi, hangi partiyi seçeceğinin kararını önce kendi isteklerini önceleyerek verir, sonra ulusal çıkarları gözetir ve en iyi hangi partinin iyine yarayacağını düşünerek sandığa gider. Bir bakıma her seçime, seçmenlerin kendi çıkarları doğrultusunda karar verdiği bir eylem olarak bakabiliriz. Şöyle de söyleyebiliriz; yaşam koşullarının ağırlığına göre seçmenler daha çok ekonomik değerlendirmelerinin sonucunu değiştirmek için oylarını kullanıyorlar. Ayrıca seçmeni çokça etkileyen önemli bir davranış dayatması daha vardır; alışkanlıklar!
Bu seçimde CHP’nin yeniden anımsanması, Atatürkçü devrimci düşüncenin dirilmesi olarak algılanmasa bile, bu partinin salt lider değişikliğine gidişinin yandaşları önünde yeni bir umut olabileceğini ortaya koymuştur. Laikler ve demokratlar beyinlerine işlemiş yüz yıllık partilerine yeniden sarılarak güven duymak istemişlerdir. Seçmenler, çocukluk yıllarından gelen CHP kimliği şeklinde oluşan bir alışkanlığı kullanmış olabilirler. Atatürk’ün partisi kimliği ile özdeşleşip yakınlık duydukları bu partiyi ülkeyi ciddi anlamda kurtaracak bir kalıt olarak görmüş de olabilirler. Küçük yaşlarda ailesinin etkisiyle başlayıp, psikolojik bağlılık durumuna yükselen bu bağ bugün de varlığını yerelde de göstermiştir. CHP’nin, AKP faşizmine karşı savaşım verebilecek tek ulusal ve Atatürkçü parti olduğuna güvenenlerin istenildiğinde sonucu nasıl değişime uğratacaklarını sevinerek gördük. Hiçbir seçmen, CHP’nin sol ya da sağ çizgide yalpaladığına bakmadan oyunu verdi. Bu öngörü, güçlüye karşı birleşmenin işe yaradığının da kanıtı olmuştur.
Ülke dayatmalara, dindarlık üzerinde yapılan politikalara, bağımsızlığın yitimine, eğitimin İslamlaşmasına doludizgin giderken Atatürkçü düşünce ve onun simgesi CHP’nin ucuz politikalarla eleştirilmesi zaten zamansızdı. Değişen liderlik, Sayın Özgür Özel’in neyi başarıp başaramayacağı ile ilgilenmeyen bir laik seçmen profili yarattı ve bu da CHP’ye cumhuriyet tarihinde görmediği bir başarıyı getirdi.
Bu yerel seçimlerde sonucu belirleyen unsurun kimliği günlerce tartışıldı durdu. Medya’da, bilim çevrelerinde, aydınlar ve düşünce üretenler CHP’nin yükselişini maddeler halinde anlatmaya çalıştılar. Tümü de büyük bir olasılıkla, ekonomik çöküntü altında inleyen emekli, emekçi, köylü, esnaf gibi zor geçinen sınıfların protestocu davranışı olarak gördü olayı. Üst satırlarda değindiğimiz gibi “baba yadigârı” CHP’yi yeniden sahiplenme şeklinde gelişen seçim sonucun ötesinde başkaca önemli nedenler de vardır.
Birkaç maddede konuyu açabiliriz sanıyorum.
1) Türkiye 22 yıldır anayasal diktatörlükle yönetilmektedir.
2) Tek Adamlı başkanlık sisteminin çalışma prensibi otoriter yönetimden alınan güçtür.
3) Tek liderin demokratik hakları askıya alması, demokrasinin varlığının yokluğunu göstermektedir.
4) Türkiye hiçbir dönemde demokrasiyle yönetilmemiştir.
5) Anadolu topraklarında yaşayanların temelinde toplumsal feodalitenin kalıntıları vardır ve yoksulluk bu düzenin getirisidir.
6) CHP tüm bu koşulları benimseyerek, itiraz etmeden siyaset yapmakta ve asla bir ideolojiye yaslanmamaktadır.
7) AKP iktidarının omurgası ve davası siyasal dincilik CHP’yi de kollarına almış ve kimliğini bozmuştur.
8) CHP, Erdoğan faşizmine karşı bir politika geliştirememiş, darda kaldığında türbanlılara rozet takmıştır.
Bu yazıya sığmayacak denli CHP’li saçmalıklar yaşadık. Bu saydıklarımın Atatürkçü düşüncede karşılığı salt devrimsel çözümdür. Bu yerel seçimlerde tüm bunları düşünerek oyunu CHP’ye verenler yüzde kaçtır?
Olaya bir bakıma tersten de bakmak gereklidir. CHP’nin başarısı, AKP’nin başarısızlığından mı kaynaklıdır? Hayır! AKP 22 yıldır kendi davasında başarılı olmuştur. Önemsenmeyecek boyutlarda siyasal dincilik palazlanmış, kadrolaşmış; din ticareti Orta Doğu’da yaygınlaştırılmış, toplumsal yaşamın her sokağına din ve dincilik söz sahibi olmuştur. Özgürleştirmek adına cumhuriyet kadınının başına geçirilen İslam bayrağı türban (üzerinde bir de güneş gözlüğü olmasa) Türk kadınının kişiliğine darbe indirmiştir. Ekonomik anlamda AKP ülke varlıklarının tümünü satarak İslam burjuvazisini yaratmış ve laiklerden aldığını dinilere aktararak kendi sermayelerini kurmuştur. Onlara göre bir zamanların mutlu azınlığı CHP’li laiklere duyulan kin dincilere dokunulmazlık olarak geri dönmüştür. Diyebilirim; Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi Türkiye’de dinci bir karşıdevrim yapmıştır. Sonuca yürümektedir, davasını sürdürmektedir.
Evet, Tayyip Erdoğan başarılı olmuştur, lakin altından halı kaymaktadır. Temeli ve kültürü olmayan devrimler ve karşı devrimler yaşayamaz! Din ve öğretisi hiçbir toplumsal birlikteliği başarılı kılacak siyasal bir özellik taşımaz. Dinle insanları kul yapabilirsiniz, ama asla bir ulus yaratamazsınız. Atatürk’ün başarısı bu nedenle laiklikle başlamıştır.
Beş ay önce Erdoğan’ı saraya gönderen seçmen oyunu neden değişti?
1) Seçmen; Erdoğan’ın sermayeye göre değişkenlik gösteren, çözümsüzlükten beslenen inatçı politikalarından BIKTI.
2) Seçmen; Erdoğan’ın CHP’ye ve laikliğe karşı saldırılarından, dinci toplum dayatmasından, kinci otoritesinden, konuşmalarındaki diktatörce buyruklarından BIKTI.
3) Seçmen; Yabancı sermayenin güdümüyle çalışan liberal düzenin salt yoksulu ezdiğini, emekçiyi sömürerek ayakta kalan sermayenin AKP iktidarından yana bir yakınması olmadığını geç de olsa ANLADI.
4) Seçmen; Tek Adam’ın aslında, “gerçekten tek ve güçsüz mü” savını oyladı; ulusun egemenliğini tek adamın otoritesiyle kıyasladı. KAZANDI.
5) Seçmen; AKP kadrolarının her yönüyle toplama, ekleme ve yapıştırma olduğunu gördü. Bir adamı oradan alıp buraya yamalayarak ülke yönetebilmenin olanaksızlığına tanık oldu. Çünkü AKP’nin elinde, kullanılacak başka adam kalmamıştı! Zamanında VURDU.
6) Seçmen; sessizdir ama vicdanlı insandır. Baktı ki bir başkana karşı on bakan, bir de Devletin Başı saldırıyor! Hukuk, basın, sermaye, ABD, Avrupa Tek Adam’ın yanında kollar sıvalı… Durur mu? Durmadı ve oyunu barıştan yana kullandı, YENDİ.
7) Seçmen; emeğe saygılıdır. Sandığa giderken usunda Atatürk, dilinde şu atasözü vardı: Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar! Bu seçim, malı götürenlere kıyameti ANIMSATTI.
8) Seçmen; TBMM’ne gerici güçleri sokarak anayasal diktatörlüğünü sürdürmek isteyen, dinci davasının bitirmeyi düşünen Erdoğan’a “fazla ileri gidiyorsun” dedi. O zarfların içinde aslında şunlar yazıyordu, Erdoğan bilmiyordu: TÜRKİYE LAİKTİR, LAİK KALACAKTIR!
Ülkemi değişime götürecek tek devrimci söz budur. Bu gerçeği düşünerek sandığa giden her devrimci, demokrat, laik ve Atatürkçü için AKP serüveni bitmiştir. Korkular, baskılar, dincilerin yüksekten bakışlı (!) özgürlüğü; siyasette yalan, talan; toplumda dindarlık babalanmalarının bir hükmü kalmamıştır. Dinci burjuvayı, dinci basını, dinci yatırımcıyı, bu ülkenin malını kapatan Arap sermayesini bir korku sarmıştır. O korkuyu yüreklerinde duyan birileri daha vardır ki şimdi nereye kapanacaklarını bilemeyeceklerdir; tarikatlar, cemaatler ve feodal dinciler!
Yerel seçimlerin bizlere yansıttığı parlak gökyüzü bu!
Beş yıl sonra seçimler olur mu? Erkene alınır mı? Erdoğan, yitireceği bir seçimin kilidini açar mı?
Yine de unutmayalım; kuyruğu sıkışanın ısırığı derin olur!
CHP’ye sahip çıkalım, Atatürkçü ve devrimci yükselişi sürdürelim, lakin bu parti diktanın önündeki tek güçtür.