“Türklük” kavramı Türk siyasetinden nasıl silindi
“Türkiyeli”, “Türkiyeli şair” gibi kavramlar aslında “Türk” kavramını ortadan kaldırmak için yıllardır dayatılmaktadır. Diğer yandan, “Atatürk” ismi bile “Ata” ve “Türk” kavramlarından oluştuğu için son dönemlerde kullanılmamakta, “Mustafa Kemal” tercih edilmektedir.
AKP tarafında ise, “Türk milleti” yerine “tek millet” kavramı getirilmektedir.
70’li yıllarda Dev-Genç’in kullandığı “Türk halkı” kavramı yerine “Türkiye halkları” kavramı getirilmiştir. Daha sonra, şovenizm içerdiği ileri sürülerek “Türk” kavramından uzaklaşarak Türklüğün reddine doğru gidilen bir sürece girilmiştir.
“Türkiye Cumhuriyeti” kavramının ayrımcı olduğu öne sürülmüş, onun yerine “Anadolu Cumhuriyeti” kavramı getirilmek istenmiştir. Edebiyat dünyasında da “Türk Dili” ve “Türk Edebiyatı” gibi kavramlar terk edilmiş, “Türkiye Edebiyatı” veya “Türkçe Edebiyat” gibi kavramlara başvurulmuştur. Amaç burada “Türk” kavramını silikleştirmektir.
Sol’un “Türk” ve “Türkiye” kavramlarından kopuşu
Lenin dönemindeki Enternasyonal’de “Türkiye Komünist Partisi” ve “Türk komünistleri” olarak yerini alan Türk Sol hareketi, günümüzde ise, legal ya da illegal, ön ekinde Türkiye kelimesini bile kullanmaz hâle gelmiştir. Mahir’in Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi (THKP/C) ve Deniz’in Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kavramlarının başındaki “Türkiye” sözcüğü kaldırılmıştır.
80’lere kadar THKP/C, THKO, TKP/ML gibi örgütlerin isimlerinin ilk harfinde somutlaşan “Türkiye” kavramı aslında emperyalizme karşı bütünsel bir direniş ve mücadeleyi içeriyordu. 80’den sonra ise Türkiye’nin doğu ve güneydoğuyu sömürdüğü, bu anlamda sömürgeci bir ülke olduğu ve doğunun da sömürge olduğu ileri sürülerek, baş çelişme olarak emperyalizmin konmasından vazgeçilmiş ve Türkiye’ye karşı mücadele baş çelişki olarak ele alınmıştır. Türkiye’ye karşı mücadele de sessiz bir biçimde “Türk” kavramına karşı mücadele olarak belirmiştir.
“Türk halkı” kavramı yerine geçiş olarak “Türkiye halkları” kavramı gelmiş, sonra “Türkiye” de çıkarılarak “halklar” kavramı ileri sürülmüştür. Diğer yandan TC de kaldırılarak “Türkiye” kavramı devlet binalarında bile yok edilmiştir.
“Türk vatanının bütünlüğü” yerine de “yerel” ve “öz-yönetim” kavramları geçmiş, ayrıca, bunun da ötesinde, “öz-savunma güçleri”, “öz-yargı”, “öz-vergi” ve “öz-kaynaklar” gibi yeni kavramlar üretilmiştir.
“Türk” kavramını ikinci plana iten bu kavramlar, Türkiye’nin Türksüzleştirilmesi projesinin sinsi taktikleridir.
“Türk” kavramına sahip çıkan Türk Solu geleneği
Türk Solu, 60’ların en çok okunan dergisiydi. Bugün de devam etmekte ve sürekli olarak “Türklük ile sol bir arada olamaz” diye eleştirilmektedir. Oysa, Enternasyonal’de bile “Türk komünistleri” kavramı hep kullanılmıştır, dolayısıyla bu iki kavram zıt değildir.
Günümüzde “Türk” kavramına tavizsiz sahip çıkan ve yüz yıllık bir sürecin temsilcisi olan bir Türk Solu vardır ve Enternasyonal’in “Türk komünistleri” olarak belirlediği çizginin ana damarı olarak yaşayagelmiştir.
Türk Solu, bir yanda Komintern’in Türkiye’deki temsilcisi olan Reşat Fuat’ların, Şefik Hüsnü’lerin, Hikmet Kıvılcımlı’ların geleneğini sürdürdüğü gibi, Sultangaliyev’in, Mustafa Suphi’nin çizgisinin de sentezlendiği bir çizgidir. Bu anlamda, “Türk milleti” kavramını Türkiye sınırlarıyla sınırlamayarak, Orta Asya’ya, Azerbaycan ve Irak-İran-Suriye’ye doğru yayılan Türk varlığının da ideolojik ve pratik çizgisidir. Bu anlamda, zaman zaman sessizleşerek, zaman zaman belirginleşerek yüz yıldan beri süren bir çizgiyi temsil etmektedir. Sultangaliyev’lerden beri süren bir çizgi olarak Atatürk’le Türkiye’de ifadesini bulmuş ve Orta Asya’ya doğru uzanarak, bugün Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Tataristan, Kırım ve hatta Rusya ve Ukrayna’daki diğer Türk bölgelerindeki Türk halkının ideolojik eksenini oluşturmaktadır. Sol bir deyim olarak, “Sosyalistler duvar ustasıdır. Ve sosyalistlerin duvar örmede ana aracı da şakuldür. Şakul, duvarın dik ve düzgün örülmesi için şarttır. Türkiye’deki sosyalistler için ise şakulü Türk Solu temsil etmektedir.”
Kılıçdaroğlu %8’lik oy için %92’yi öbür tarafa itti
Kılıçdaroğlu, bu şakulden uzaklaşarak %8’lik HDP oyunun mutlak olduğunu kabul eden beyin yıkayıcı bir söylem tarafından inandırılmış ve bu %8’lik oy için diğer %92’lik oyu dirseğiyle öbür tarafa itmiştir. İlk turda halkın verdiği oy Kılıçdaroğlu’na gerçeği göstermiştir. Türkiye’nin %92’sini oluşturan ve “Türk milleti”, “Türk halkı”, “Türk devleti”, “Türk kimliği” ve “Türk Solu” kavramlarıyla düşünen, onunla nefes alan toplumu dışlamak belki de seçim kaybetme sebebi olacaktır.
Ümit Özdağ’ın temel söylemi şudur: “CHP, HDP ile iktidarı kazanırsa, HDP’ye verilen ‘öz-yönetim’ ve ‘özerklik şartı’ sözleri nedeniyle Türkiye’nin belli bir kesiminde kantonal bir öz-yönetim yapısı kaçınılmaz olacaktır.” Bu yüzden, Kılıçdaroğlu ile ittifak yapmış ve CHP-HDP ittifakının önünü keserek CHP’yi Atatürkçü çizgiye çekme noktasında bir taktik uygulamıştır. Üstelik bu taktik, tabanda yerini bulmuştur. HDP’den gelen tepkiler bunu açıkça göstermektedir.
Özellikle kayyım noktası can alıcıdır. Kayyımın işlememesi, yerel yönetimlerin özerkliğini sağlayacak bir olgudur. “Yerel yönetim” arkasından “öz-yönetim”leri, onun ardından da “öz-savunma”yı getirecektir. Ve böylece adem-i merkeziyetçi bir federasyona doğru giden yolun başlangıcı olacaktır. Bu anlamda, yanlış olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan bir partinin HDP ile böyle bir işbirliğine girmesidir. Nitekim bu işbirliği büyük tepki almıştır.
Bu anlamda, Özdağ’ın CHP ile yaptığı protokol, CHP’nin kendi Atatürkçü özüne dönmesi için bir nevi aşı görevini görmektedir. Bu doğru çizgi, aslında Türk Solu’nun başından beri savunduğu çizgidir.
Özdağ-CHP ittifakı doğru ama geç kalınmış bir olgu
Özdağ-CHP ittifakı, doğru olmakla birlikte çok geç kalmış bir olgudur. İlk turda alınması gereken bir tavırken, son iki haftada taktiksel olarak yapılmış ve kimsenin inanmadığı bir manevraya dönmüştür. İlk tur için HDP ile öz-yönetimin önünün açılması için yapılan ittifak, Kılıçdaroğlu’nun zayıf karnını oluşturmaktadır. Özdağ ile imzalanan protokol ise, aslında bu zayıf karna konulmuş bir zırh gibidir. Ancak yine de yetersizdir. Yine de, gelecek için CHP’nin Atatürkçü ve Türkçü kimliğini bulmasına yol açacak bir adım olabilir.
Çeşitli CHP çevrelerinde yankı bulan “YSP ve HDP’nin Türkiye’den ayrılma gibi bir politikaları yoktur” söyleminin ne kadar gerçek dışı olduğu “kayyım” maddesinin yarattığı tartışmayla ifşa olmuştur. Bu da CHP’lilerin gözünü açmalıdır. Ya “ayrılma/öz-yönetim/özerklik” taleplerine razı olarak %8’lik oya razı olacaksınız ya da sıradan bir kişinin %5’lik oylarını ya da Muharrem İnce’nin %10’lara ulaşan oylarını dirseğinle iterek Türk toplumunun %90’lık oyunu bir kenara itececeksin.
CHP, %8’lik HDP’nin kuyrukçusu olmamalıdır
İlk turda CHP, %8’lik HDP’nin kuyruğuna takılmıştır. Ümit Özdağ ile imzalanan protokol CHP’nin bu kuyrukçuluktan vazgeçerek silkinmesine sebep olabilir.
Leninist deyimle, kuyrukçuluk politikası kendi çizgisini terk ederek bir grubun kuyruğuna takılmaktır. Lenin’in zayıf Bolşevik hareketin sendikalizmin veya diğer kuvvetli hareketlerin peşine takılmaması için ortaya çıkardığı bir kavramdır. Bolşevik hareket zayıf gözükürken aslında ideolojik olarak kuvvetlidir, daha kuvvetli hareketin peşine takılarak aslında kendi ideolojisini yok etmektedir.
Gerek Sinan Oğan’ın AKP içinde yer alışı, gerekse Özdağ’ın CHP ile ittifak yapışı, bu iki ittifakta esas olarak su içine katılan birazcık mavi çivit boyayla renksiz suyun maviye dönmesi gibi etkili olacaktır. Bir başka ifadeyle, Oğan ve Özdağ aşısı sayesinde, renksiz ortamlar olan CHP ve AKP Türk mavi rengiyle kaplanacaktır. Rolling Stones’un “Kırmızı kapıyı siyaha boyamak istiyorum” dediği şarkısı gibi: “Beyaz renksiz bir su görüyorum ve maviye boyamak istiyorum…”
Özdağ’ın Kılıçdaroğlu ile yaptığı protokol en azından CHP’lilere ve Türkiye’ye göstermiştir ki, %5’lik Türk oyu, HDP’ye oy vermeyen %92’yi temsil etmektedir. %8’lik HDP oyunun Türkiye’nin belirleyici oyu olduğunu düşünen CHP üst yönetimi, seçimi yanlış yönetmiştir. HDP’ye oy vermeyen %92’yi temsil eden %5’lik Türk oyunun CHP içinde inisiyatif alması ve politikada yer alması aslında CHP’yi Türkiye’nin %92’sine etki eden bir parti haline getirirdi.
Atatürk-Türk-Sol ittifakı, Türkiye’de %70’lik bir oy potansiyeline sahiptir
Atatürk-Türk-Sol ittifakı, Türkiye’de %70’lik bir oy potansiyeline sahiptir ve klasik “Sağın %60, solun %30, Kürtlerin de %10 oy potansiyeli vardır” algısını tam tersine çevirmektedir.
Bu çizgi, Türk Solu çizgisidir.
Bir diğer yandan, CHP’nin beş partiyle yaptığı blokla alabildiği oy %25 olmuştur. Atatürk’ten, Türkçülükten ve soldan uzaklaşarak, Babacan ve Davutoğlu’yla yapılan ve İslamcılık ile tarikatçılığa yönelen bu ittifak, bunca ekonomik krize rağmen CHP’nin oyunu %25’te kilitlemiştir. Eğer İyi Parti masaya dönmeseydi, Kılıçdaroğlu’nun oyu %25 CHP oyu + %8 HDP oyu, yani %32-33’te kalacaktı. Bu bütünüyle bir hezimettir.
Stratejik yanlışlık “Partiyi genişleteceğim” diye Atatürkçülükten, Türkçülükten ve soldan uzaklaşarak tarikatçılarla ve HDP ile işbirliğine gidilmesi olmuştur. 2023 seçimleri göstermiştir ki, bu şekilde alınabilecek oy %30’lar civarındadır, Atatürkçü-Türkçü-sol ittifakının oy potansiyeli ise %70’lerdedir. Bundan sonra politika bu gerçek üzerine kurulmalıdır.