Gerek İtalya’daki, gerek Almanya, gerekse Fransa’daki seçimlerde aşırı sağ partilerin oy oranlarının artması, Rusçu bakış açısıyla milliyetçilerin Amerikan emperyalizmine karşı tavrının halk tarafından desteklenmesi olarak görülmektedir. Bu olguyu kavramak için Avrupa toplumlarının tarihsel gelişim süreci ele alınmalıdır.
Öncelikle ele alacağımız konu, faşizm, diktatörlük, Bonapartizm kavramları ışığında İkinci Dünya Savaşı sonrası yükselen toplumsal formasyonlarındaki iktidar biçimlerinin analizidir. Üçüncü Enternasyonal’de Dimitrov’un çok bilinen “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” kitabıyla bütün sol tarafından ayet gibi ele alınan analizde, faşizmin finans-kapitalin en geri unsurlarının en baskıcı iktidar biçimidir denmektedir. Bu tespit, emperyalizmi kapitalizmin son aşaması olarak vurgulayan Lenin’in “Ya devrim savaş getirir ya da savaş devrim getirir” analizinin sonucudur. Emperyalizm “geberen kapitalizm” olduğuna göre, bunalım içindeki kapitalizmin devamı için en geri unsurların iktidarıdır.
Oysa, Avrupa toplumlarının somut tarihlerini, faşizm ve Nazizmin yükseliş dönemindeki toplumsal formasyonun analizi bizi farklı bir noktaya getirmektedir. Bu noktada, İkinci Dünya Savaşı öncesi İtalyan faşizminin zindanlarında hapis yatan Gramsci’nin vurguladığı bir kavram vardır: Hegemonya ve konsensüs. Tekelci burjuvazi toplumsal bir formasyon olarak alt burjuva gruplarıyla bir uyum halinde bulunmakta ve bu yapı toplumun egemen sınıflarının dışında yönetilen sınıfların da bu konsensüse girdiği bir yapıyı savunmaktadır. Yani, burjuva grupları kendi içinde bir konsensüse ulaştığı gibi, egemen oldukları sınıfların da bu konsensüs içindeki uyumu getirilmektedir. Buna hegemonya denmektedir. Böylece yönetenlerle yönetilenlerin kendi aralarında yönetim hiyerarşisi dışında, bir konsensüs söz konusudur. Bu konsensüs kendi içinde baskı araçları olarak hukuk, asker, polis gibi kavramlar dışında bir de Althusser’in formüle ettiği ideolojik aygıtlar olan okul, din, spor kulüpleri gibi kavramlarla, oluşmaktadır.
Bu denklem içinde egemen sınıfların kendi aralarındaki uyumu dışında yönettikleri sınıflarla olan uyumu da söz konusudur. Bu hegemonik bir iktidardır. Bu boyutuyla finans-kapital kendisini burjuva sınıfları içinde bir bütün olarak gösterirken topluma da bütün toplumun bir parçası olarak sunmaktadır. Kıvılcımlı da, Türkiye’de finans-kapital ailesi diğer burjuva gruplarını bir bütün olarak koyarak bir iktidar bloğu oluşturduğunu vurgulamıştır. İktidar bloğu tekelci burjuvazinin oluşturduğu, sanayi burjuvazisi, finans burjuvazisi ve ticaret burjuvazisi ve daha küçük ticaret burjuvaları ve küçük sanayicilerle oluşturduğu bir yapıdır. Bu ekonomik hegemonya ve iktidar bloğu yanında ideolojik bir blok da gerekmektedir. Egemen sınıf iktidarı alt sınıflara doğru ideolojisini yapmak durumundadır. Ve böylece konsensüs sağlanmaktadır.
Faşizm ideolojik kriz içindeki iktidar bloğunda, sınıflar arası mücadelede iktidarın en üst burjuvaziden alınması ve bunun yerine alt burjuvazinin iktidarı almasıdır. Almanya örneğinde, Yahudi finans kapital ile Alman ticaret burjuvazisi arasındaki bir kopuşmanın, çatışmanın sonucudur.
Eğer ideolojik bunalım sonucu yönetilen sınıfların yöneten sınıflara başkaldırması gerçekleşirse bu, devrim getirecektir. Ama alt burjuvazinin büyük burjuvaziye karşı halkı (yönetilen sınıfları) da yanına alarak iktidara yürümesi ise Nazizmi getirmiştir.
Tarihsel sürece gittiğimizde özellikle Luther’in Protestan hareketinin temellerini iyi görmemiz gerekir. Askeri demokratik toplum olarak Cermen kabilelerinin Roman Katolik Kilisesi’ne karşı başkaldırışıdır. Gerek Roma gerekse onu takip eden Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu döneminde Katoliklik Avusturya, Fransa ve İtalya’da egemenken, Alman topraklarında dini yapılarla egemen olma biçiminde bir süreç yaşanmıştır. 1525 köylü ayaklanmaları ile Luther’in tezleri birleştiği zaman, aslında Almanya’nın toprak ilişkilerine egemen Katolik dinî yapının yıkılması ve yerine Protestan yapısının gelmesi, aslında toprakların Cermenleşmesi olgusu söz konusudur. Örneğin, Avusturya’daki Almanlarla ile Cermenler arasındaki kopuşun nedeni de Cermenler Protestanlığa geçerken Avusturya Katoliklikte kalmıştır.
Engels’in Alman köylü ayaklanmalarını değerlendirmesinde eksik kalan kısım, Cermen köylülerin aslında Roma Katolik Kilisesi’ne ve bu kilisenin egemen olduğu mülkiyet ilişkilerine de karşı çıkmış olmasıdır. Analiz bu boyutla yapılmadığında, Almanya’daki süreç anlaşılamaz.
Almanların da Yahudilere karşı çıkışı Hobsbawm’ın çok güzel ifade ettiği gibi, küresel bir pazara sahip olan Yahudi ticaret burjuvazisinin yerel Alman ticaret burjuvazisi ile olan çelişkisi nedeniyle milli devletler çıkmıştır. Sonuçta Yahudi burjuvazisi küreseldir.
“Protestan Ahlak ve Kapitalizm”de Weber’in Protestan ahlak derken aslında Hıristiyanlaşmış Yahudilerin ahlakını kastetmektedir. Bu, Werner Sombart’ın Yahudiler ve Kapitalizm isimli kitabında ise bizzat Yahudilerin ahlakı olarak geçmektedir. Bu boyutuyla Almanya’da sosyalizmi Yahudi meselesinde teokratik devlete karşı demokratik devlet tezi ileri sürülmektedir. Bruno Bauer, seküler Yahudiliği öne çıkarıyordu. Marks ise Yahudi Sorunu’ndaki yazısını Bauer’in tezlerine karşı kaleme almıştır. İkisinde de Yahudiliğin finans içindeki egemenliği sonucu kitlesel sosyalizm teorisinde Yahudiliği sekülerleştirerek dinsel yönünü törpülemek için yola çıkılmış, neticede Alman milliyetçiliğinin göstereceği tepki engellenmeye çalışılmıştır. Yahudiler Alman kapitalizmindeki egemenlikleri nedeniyle Alman yoksullarının her zaman tepkisini görmüştür. Almanya’da sosyalizm teorisi ise Alman milliyetçileriyle Yahudileri uzlaştırma noktasındadır.
Aslında toplumsal formasyon gelişimi sürecinde Alman ticaret burjuvazisi ile Yahudi finans-kapital arasındaki tarihsel kopukluk bu süreçte sosyal demokratların politik iktidarda da yansımasını bulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’na giderken Alman sosyal demokratlarının Alman burjuvazisini destekleme tavrı Lenin tarafından “sosyal şovenizm” olarak eleştirilmiştir. Hâlbuki bu tarihsel köken farklı bir politikayı ortaya çıkaramayacaktır. Çünkü Alman tarihinin tümü Protestanlığı ve sosyalistliği Fransız ve İtalyan Katolikliğine başkaldırı şeklinde gelişmiştir. Fransızların Almanya’yı işgali gibi bir konuda da Almanlar Cermen kabilelerindeki kollektif aksiyon davranış biçimini gösterecektir. Alman sosyal demokratlarının tarihsel kökeni budur. Sosyal demokratlar aslında Alman toplumundaki Nazizme giden yapıyı frenlemeye çalışmıştır.
İkinci Dünya Savaşı öncesi için yaptığımız toplumsal formasyon analizinde günümüze geldiğimizde gerek İtalyan gerek Fransız gerekse Alman burjuvalarının finans-kapitalin Avrupa çapındaki egemenliğine karşı çıkışı söz konusudur. Özellikle Ukrayna Savaşı’ndan sonra yaşanan kriz ile birlikte Avrupa Birliği toplumsal formasyonunda yönetici sınıfla (Finans-kapital) tabandaki daha yoksul kesimler (nasyonal burjuvazi) arasındaki iktidar bloğu zayıflamıştır. Bu daha çok ideolojik bir kriz olarak ortaya çıkmış ve Le Pen’lerin, Meloni’lerin güçlendiği bir dönem başlamıştır.
Frankfurt ekolünün oluşturduğu Avrupa Birliği teorisinde hudutların kaldırılması söz konusudur. Bu program AB’nin başlangıç döneminde başarılı olmuş ve tüm Avrupa toplumsal yapısı Euro para birimi altında adeta bütünleşmiştir. Ancak daha sonra, ekonomik gelişmeler nedeniyle iktidar bloğu ayrışmaya başlamıştır. Fransız, Alman, İtalyan milliyetçilikleri tarihsel köklerini bularak ortaya çıkmıştır.
Almanya’nın pahalı Amerikan kaya gazına muhtaç kalırken Fransa Cezayir’den gaz temin etmektedir. AB ile ABD’nin bütünleştiği küresel yapı, Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan sonra iktidar bloğunun parçalandığı bir yapıya dönüşmüştür. Bu parçalanmanın ardından devrimsel bir iktidar seçeneği söz konusu olmadığı için milliyetçi burjuvaların iktidarına doğru yöneliş başlamıştır.
Toplumsal formasyon analizi, iktidar bloğunun AB çapında bütünleşmesi, kendi içinde çok daha fazla yapıyı bir araya getirdiği için gittikçe zorlanmaya başlamıştır. Althusser’in de ifade ettiği gibi, çoklu yapının tekleşmesi pratik bir olgu değildir. Bir iki olur ama iki bir olamaz. Avrupa’nın bütünleşmiş olmasına karşın bu bütünleşme sürecinden sonra sürekli parçalanma gelecektir. Mandel’in uzun dalgalar teorisinde gibi, Avrupa ekonomik açıdan büyürken bütünleşmekte ancak gerileme dalgası döneminde ekonomik krizle birlikte ideolojik kriz de başlamaktadır. Bugünkü “aşırı sağ” partilerin iktidara gelmesinin arkasındaki temel olgu budur. Esas mesele göçmenler değildir. Ekonomik büyüme döneminde Avrupa’daki göçmenler işçi olarak toplumun tamamlayıcı unsuru olmuş ve bir sorun yaratmamıştır. Günümüzdeki gerileme döneminde ise her şey göze batmaktadır. Ekonomik bütünlüğün parçalanması sonucu en büyük burjuvaziye karşı alt burjuvaların ideolojik bir kopuşla milliyetçilik temelinde ayrılması söz konusudur.
Protestanlığın Almanya’yla sınırlı kalmasına karşılık, Fransa, Avusturya ve İtalya Katolik kalmıştır. Polonya da Katolik alanda kalmaya devam etmiştir. Protestanlık Alman kimliğinin oluşmasında bir araç olurken, Luther’in metinlerinde anti-Yahudi tezler yer almaktadır. Bu boyutuyla, Yahudilere karşı bu tavır Yahudi ticaret burjuvazisine karşı Alman milliyetçiliği temelindeki Alman burjuvazisinin tavır alması biçiminde ortaya çıkan bir siyasi hareket söz konusudur. Bu hareketin tarihsel köklerini teolojik, finans, sanayi, toprak ve etnik olarak analiz etmemiz gerekir.
Kuzeyde Katolik Polonya ve doğuda Katolik Avusturya ve Macaristan’la sarılan Protestan bölgesi, güneyde ise Katolik Fransa ile çevrelenirken Protestanlığa ancak İngiltere yolu açıktır. Daha da doğuda ise Osmanlı ve Rus Ortodoks alanı yer almaktadır. Protestanlık İngiltere’den Kuzey Amerika’ya geçmiş, buna karşılık İspanya tarafından Katoliklik Meksika ve Güney Amerika’ya doğru yol almıştır. Bu boyutuyla dinsel harita etnik haritayla birleştiği zaman temel inceleme alanlarını oluşturmaktadır.
Bugün Avrupa’daki aşırı sağ partilerinin kazanması, iktidardaki Avrupa-ABD bloğunun içinde bütünleşmenin genişleme döneminde söz konusu olmasına karşılık gerileme döneminde yerel ve ulusal çelişkilerin ortaya çıktığı bir Avrupa’yla karşı karşıyayız. Günümüzde ise Ukrayna Savaşı nedeniyle klasik Rusya-ABD çatışmasının sonucu Rusya yanlısı Amerikan karşıtı ya da Amerikan yanlısı Rusya karşıtı fikirler oluşmuştur. Amerikan yanlılığı sol kesimde yer alırken Rusya yanlılığı sağ kesimde yer almaktadır. Sınıfsal ilişkiler bu bağlamda tam belirgin ortaya çıkmamaktadır. Daha çok ideolojik ilişkiler ve paylaşımdan pay alma noktasında çatışmalar ortaya çıkmaktadır.