Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinden beri analiz yaparken uyguladığım çözümleme, günümüzdeki moda tabirle “bulanık mantık”tır (fuzzy logic). Hegelci mantıkta tez-antitez-sentez yer alırken, Marks diyalektik olarak olayı ele almış ve “zıtların mücadelesi ve bu mücadelenin sıçramalı gelişimi ve inkarı” kavramını ele almış ve yine tek eksenli bir Hegelci anlayıştadır. Althusser bu kavramı ana çelişkilerin eksenlerinin değişimiyle birçok yapı içinde birçok çelişkinin yer aldığını ve bu çelişkilerin kendi aralarında daha karmaşık bir süreci yaşadığını vurgulamış. Bu karmaşıklık da bizim toplumsal analizimiz için yeterli bir yaklaşım olamamaktadır.
Söylediğim kavram aslında şudur: Birçok gerçeklik var ve bu gerçeklikler içinde biz ideolojik tercihlerimiz doğrultusunda seçmeler yaparak aslında tercihlerimizin kurbanı olan analizler yapmaktayız. Oysa ideolojik tercihlerimizi aşabildiğimiz zaman, bu karmaşıklığı görüp içinden yükselecek gerçeği görmek mümkün olmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, HDP içinden Selahattin Demirtaş ile Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu bir eksenden bahsetmiştim. Bu, “radikal demokrasi” bağlamında AKP iktidarını sona erdirmeyi hedefleyen bir eksendi. Diğer eksen ise Öcalan, HDP’nin kitlesel tabanı ve AKP arasındadır. Kandil’in durduğu yer ise farklı dönemlerde farklı bağlantılardadır. Kandil, bir dönem radikal demokrasi içinde yer alarak AKP karşıtı geniş cephenin bir unsuru olmayı tercih etmiştir. Fakat bunun karşıtı noktada Öcalan Kandil ile kopuş içinde CHP ile Erdoğan’ın ikisine de karşıt bir biçimde “üçüncü yol” stratejisi belirlemeye başlamıştır. Taraf olmak yerine kendi çizgisini oturtma anlayışıdır bu.
HDP, hem 2019 Yerel Seçimlerinde hem de 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Radikal Demokrasi cephesinde yer almış, 2019’da başarılı olmuş, 2023’te ise başarılı olamamıştır. Bu nedenle HDP’ye 2024 Seçimleri için daha farklı bir politika dayatılmıştır.
Demirtaş’ın Kılıçdaroğlu ile birlikteliği, Radikal Demokrasi ile sınırlandırılamayacak bir temele gelmiştir. Bu temel, Şafii Kürtlerle Alevi Zazalar arasındaki ittifaka dönüşmüştür. Bu konuyu son yazımımda detaylı bir şekilde incelemiş ve Demirtaş-Kılıçdaroğlu ikilisinin artık Reis’e değil Ekrem’e karşı olduğunu vurgulamıştım.
***
Olaylara çok eksenli baktığımız zaman farklı aktörlerin de varlığını fark ederiz. Birinci eksen, HDP’nin bileşenleri olarak yer alan sol gruplardır (TKP, TİP gibi).
Cumhurbaşkanlığı seçiminde “Bir oy Siro’ya Bir oy Piro’ya” şeklinde ortaya atılan kavram bu gruplar tarafından “Bir oy TİP’e (ya da TKP’ye) bir oy Kılıçdaroğlu’na” şeklinde formüle edilmişti. Neticede iki turlu seçimde, Kılıçdaroğlu öne çıkarılmıştır.
“Radikal demokrasi”nin Erdoğan karşısında kaybetmesi sonucu, bu tarz bir ittifak politikası siyasi arenadan çekilmiştir. Ve ayrışmalar başlamıştır. Biri, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday gösterilmeyen İmamoğlu’dur.
İmamoğlu, seçim sonrası CHP’de egemen olmuştur fakat CHP’de Aleviler Kılıçdaroğlu safında yer alarak büyük bir yarılma gerçekleştirmiştir. Fakat burada bloklaşma, “Kılıçdaroğlu Ekrem’e karşı DEM’le birlikte” şeklinde yer almıştır.
Fakat Sivas ve Tokat gibi bölgelerin Türkmen Alevilerinin yönelimi İmamoğlu olmuştur. Diğer taraftan Dersim’de sol grupların bir araya gelerek DEM’e karşı aday çıkarması, Dersim Alevileriyle Kürtler ve HDP arasındaki birlikteliğin koptuğunu göstermektedir.
Şafii Kürtler, daha geniş bir kapsam olarak Şeyh Sait üzerinden, DEM, HÜDAPAR ve AKP arasında bir ittifak oluşmuştur. Bu ittifaka karşı sesni çıkaran tek kesim İyi Parti olmuştur. MHP ise HÜDAPAR’ın Cumhur İttifakına girişine tavır göstermediği gibi Şeyh Sait konusunda da sessiz kalmıştır.
Tunceli’yi bırakarak Kadıköy’e gelen Maçoğlu, TKP içinde yer alırken, TİP farklı tavır almıştır. Halbuki bu iki grup geçmişte HDP’nin peşine takılmış ve kendi kimliklerini yitirmişti. Benzer şekilde HDP de CHP’nin kuyruğuna takılarak kendi kimliğini kaybetmişti. Böylece gözüken o ki birleşme ve kimliksizleşme süreci bitmiş, “kimliklere ve politikalara dönüş” dönemi başlamıştır. Bu süreç, Dersim’de daha keskinleşmiş bir şekilde ortaya çıkmış ve DEM ile sol gruplar iyice ayrışmıştır.
Türkiye çapında %14’lere ulaşan HDP, son seçimde Yeşil Sol olarak %8’lere düşmüştür.
Piro-Siro İttifakı ile Başak Demirtaş’ın adaylığı ortaya çıkınca, bu durumun İmamoğlu’na seçimi kaybettireceği düşünülmüştür. Oysa, analiz ettiğimizde CHP’den DEM’e katılacak olan Pirocu Aleviler sanıldığı kadar çok değildir.
Hele İstanbul örneğinde Aleviler Kılıçdaroğlu-İmamoğlu çatışmasında taraf olmalarına karşılık DEM’in saflarında yer alma konusunda çok istekli değillerdir. Yani onlar için DEM karşıtlığı Ekrem karşıtlığından daha büyüktür.
Demirtaş’ın aday olmadığı ve DEM’in güçlü olmayan bir “tavşan aday” gösterdiği noktada, Kandil’in inisiyatifiyle DEM’in İmamoğlu’nu desteklediği gibi bir algı oluşmakta, bu şekilde İyi Parti’den ya da Zafer Partisi seçmeninden İmamoğlu’na yönelecek oyların da önü kesilmektedir.
Bu denklemlere bakıldığında, Başak Demirtaş’ın adaylığı nedeniyle İmamoğlu’nun kesinlikle kaybedeceği olgusu tartışmasız bir gerçek değildir. İşte burada “bulanık mantık” kullanmak gerekmektedir. Demirtaş’ın adaylığı sanılanın aksine İmamoğlu’nu zayıflatan değil, İmamoğlu’nun oylarının İyi Parti ve Zafer Partisi’ne kaymasını engellediği için aslında güçlendiren bir olgu olacaktı. Benzer şekilde, sol grupların da son dönem DEM ile araya mesafe koyması nedeniyle, Başak Demirtaş’ın adaylığı ile sol grupların İmamoğlu’nu desteklemesini de kolaylaştırmış olacaktı.
Demirtaş’ın adaylıktan vazgeçmesi, İmamoğlu’nun Kandil ile işbirliği içinde olduğu gibi bir algı da oluşturmaktadır.
Diğer taraftan, Başak Demirtaş’ın adaylığının engellenmesiyle DEM içinde Selahattin Demirtaş yanlısı kadroların önü kesilmiş, Öcalan taraftarı kadroların ise önü açılmış olacaktır. Son olarak, İyi Parti ve CHP içindeki ulusalcıların İmamoğlu’na oy vermesi de “Kandil’in desteği” algısıyla engellenmiştir.
Görüldüğü üzere, görünen ile gösterilmek istenen algıların ve gerçeklerin birbiriyle sarmaş dolaş olması, gerçeğin “bulanık (fuzzy) mantık” içinde bulunabileceğini göstermektedir. Gerçek siyaset, birbirine dolanmış onlarca yılanın ayrılması kadar güç, iç içe geçmiş çelişkiler yumağını çözmek demektir. İki zıddı karşı karşıya koyup zıtlardan birini tercih edip diğerini dışlayarak yorum yapmak değildir.
Başak’ın reddi, aslında Kandil’in Selahattin’i vetosudur
HDP-Öcalan-Demirtaş-Kandil gibi öğelerin dışında, Doğu Anadolu ile Batıdaki büyük şehirlerdeki Kürtler açısından farklılıklar getirmektedir. Batıdaki Kürtlerin sosyolojik yapılarıyla toplumdaki sınıfsal konumları Doğudakilerden farklılaşmış, bu yüzden dünya görüşleri de kopmuştur.
Türkiye siyasetindeki konumlanmaların dışında uluslararası politikaların belirlediği duruşlar da söz konusudur.
Irak ve Suriye’deki PKK/PYD/SGD çıkarları ve Kandil politikası da tüm bu konumlanmalarda söz sahibidir. Kandil politikası Kandil-Türkiye denkleminden kopmuş, Kandil-ABD denklemine doğru yönelmiştir. Kandil “ittifaklar öne çıkmalıdır” derken CHP ya da Sol ile ittifakları mı yoksa geniş anlamda İslamcı Kürtlerle yani AKP ve HÜDAPAR ile ittifakı mı kastetmektedir? Piro-Siro ittifakı geri plana itilirken Öcalan-AKP ittifakı ön plana çıkmaktadır. Kandil ise pozisyonunu uluslararası aktörleri de düşünerek Kandil-PYD-Talabani-Barzani denkleminde belirlemektedir.
Sonuçta, görüldüğü gibi, DEM’in Meral Danış Beştaş’ın adaylığı, Demirtaş’ın geri plana atılması ve liderliğinin engellenmesi için Kandil ya da Öcalan tarafından atılmış bir adımdır.