CHP-Demirtaş ekseninden AKP-Öcalan-HÜDA PAR eksenine
Geçen yazımızda Selahattin Demirtaş, Kılıçdaroğlu ve HDP çizgisi ile Öcalan, AKP, HÜDA PAR ve HDP çizgisinin iki ayrı eksen olarak zaman içinde birbirini dışlayan iki politik çizgi olacağını vurgulamıştım. Ama buradaki algı; bunların seçime yönelik sürecin içinde bir yapılanma olmayacağı, Althusser örneğiyle bir eksenden diğer eksene eşzamanlı (senkronize) olmayacağı, bir eksen zayıflarken diğer eksenin ortaya çıkacağı ve dominantlaşacağı projeksiyonla yaptığım bir açıklamaydı. Ancak bu seçimlere yönelik olarak kısa dönemde değil, tam tersine HDP sözcülerinin Nevruz’da yaptığı konuşmalarda gelecek yüzyıla endekslenmiş zaman anlamındaki süreci ele almaktaydı.
Birinci eksen olan Selahattin Demirtaş, Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı ekseninden ikinci eksene, Öcalan, AKP, Cumhur İttifakı, HDP üzerinden Şafii Kürtlerle, melelerle, Barzani’yle, Nakşî Kürtlerle ve hatta PYD ve SDG ile önümüzdeki yüzyılda bir eksen çıkacaktır vurgulamasını yaptım.
ABD-Rusya ve Çin’in gaz savaşı
Günümüzde Türkiye’deki sınıf mücadelesinin, politik ve etnik mücadelenin hatta mezhepsel mücadelelerin ışığında yaptığımız bu kestirim ve analizler, küresel bir sınamaya da ihtiyaç duyar. Geçmişte, kimsenin aklına gelmediği noktada, Rusya’yla Amerika’nın bahar yaşadığı dönemde; Rus doğalgazıyla Amerikan kaya gazı arasındaki mücadele, 21. yüzyılda III. Dünya Savaşı’nın temelini oluşturacak diye vurgulamıştık. Nitekim Ukrayna’daki savaş, netice olarak Rusya’nın Avrupa’ya giden gaz borularının kesilmesi ve uçurulmasıyla ve bunun yerine bütün Avrupa’da LNG’den (likit gaz) gaza dönüşüm terminalleri kurularak Amerika’nın kaya gazı ürünlerinin LNG olarak buralara getirilip boşaltılması ve Avrupa’nın yüksek fiyatlı gaza razı olması sonucunu getirmiştir.
Gaz açısından bir başka önemli küresel gelişme ise şudur: Çin’in Afganistan, İran, Suudi Arabistan hatta Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika’ya doğru kuvvetli yayılımı, politik ve ekonomik bütünleşmesidir. İran ve Katar’dan gelecek gazın ve Suudi Arabistan petrolünün Çin’e boruyla aktarılması Çin’in petrol ve doğalgaz alanındaki Rusya’ya bağımlılığını ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla daha önce yazdığım bir yazıda İran ve Rusya’nın Çin karşısında rakip duruma düştüğü ve bu anlamda İran gazının Çin’e gitmesinin Rus gazına olan Çin talebini ortadan kaldırdığın belirtmiştim. Şimdi ise Suudi Arabistan petrolünün Çin’e gidebilmesi Rusya’ya bağımlılığı daha da azaltarak yeni bir denklem ortaya çıkartmıştır.
Bu denklem ışığında Rusya ile Amerika arasındaki en keskinleşmiş görünen çatışma, gecenin en karanlık zamanı güneşin doğmak üzere olduğu andır misaline gelmiştir. Daha önce Türkiye’nin Bonapartist politikası, Rusya ve Amerika’nın Türkiye’deki mücadelesinde üçüncü bir güç olarak dengeyi sağlamak ve ortaya çıkmak olmuştu. Louis Bonaparte’ın iki güçlü Fransız sınıfı olan köylüler ve burjuvalar arasından çıkarak iktidarı alması gibi… Dolayısıyla Türkiye’nin bu konumu, esas olarak Amerika’nın Türkiye’deki ekseni sorununu getirmektedir. Bunun dışında, bu yeniden yapılanma sonrasında hangi eksen Türkiye’yi yönetmede güç olabilir sorusunu Amerika da Rusya da sormaktadır. Çünkü Amerika ve Rusya’nın Türkiye’deki işbirliği Çin’in İran, Suudi Arabistan ve Suriye ile işbirliğinin önündeki bir fren blok olabilecektir.
PKK açılım için CHP’yi değil AKP’yi tercih ediyor
Açılım sürecindeki Erdoğan’ın cesur adımlarıyla kurucu ideolojinin partisi olan ve bu nedenle de cumhuriyetin PKK’nın istediği şekilde yeniden yapılanmasına karşı çıkan CHP çizgisini karşılaştırdığında CHP ile yol alamayacağını ancak parlamentoda yapılacak demokratik reformlar gibi söylemlerle ilerleyebileceğini en iyi bilen Öcalan’dır.
Öcalan bu yeniden yapılanmayı hayata geçirebilecek gücün AKP iktidarında bulunabileceğini, daha doğrusu onun dayandığı devlet güçleriyle mümkün olabileceğini görmüştür. CHP’nin dayandığı devlet güçleri esas olarak tasfiye edilmiş olduğu için ve bu anlamda cumhuriyetçi, laik tezlerin Kürtlerin kalıtımsal hakları olarak talep ettikleri üzerinde anlaşma yapabileceği bir grup olmaktan çıkarmaktadır. Türkiye’nin yeniden yapılanmasında cumhuriyetin formlarından çıkılarak yeni bir yapılanma noktasında, açılım sürecinde hayata geçirilmeye çalışılan ama arka planında güçler tam oturmadığı ve silahları bırakmak yerine ayaklanmaya yönelme olduğu için başarılamamıştır. Ama bugün güçlerin çok dönüştüğü ve Türkiye içinde PKK’lıların ayaklanma gücünün kalmadığı ve ancak PYD üzerinden bir gelişme sağlayabilecekleri noktada, dünya siyaseti devreye çok daha fazla girmektedir.
Bu boyutuyla, ABD ve Rusya’nın PYD saflarındaki gücü de düşünüldüğünde, PYD’nin baş düşmanı olarak İran, Suriye ve Çin ortaya çıkmakta ve böylece PYD de eksen değiştirerek ABD-Rusya-Türkiye ekseninde yer alabilecektir. ABD’nin bölgeden çekilmesi durumunda İran ve Suriye karşısında PYD’nin ayakta kalabilmek için Zengi modeliyle Türkiye ile birlikteliğini daha önce vurgulamıştım.
Bu tespitler ışığında seçime yönelik bir yazı gibi okunabilecek bu yazı aslında 30-40 yıllık bir perspektif sunmaktadır. Önceki yazıma yapılan eleştirilerde 6’lı Masa’nın HDP ile olan ilişkisinin Selahattin Demirtaş eksenli olacağı ve bunun da batı şehirlerindeki, metropollerdeki yeni kuşak Kürtleri sol ile bütünleşmesi şeklinde ortaya çıkacaktır. Ancak son zamanlarda görüldüğü gibi, ittifak halindeki Yeşil Sol Parti ile TİP arasında artık bir rekabet de başlamıştır. “Kürt ve çevreci olarak Yeşil Sol Parti’ye, sol olarak da TİP’e oy verilsin” çizgisi TİP’in öne çıkmasıyla geri çekilme noktasına gelmiştir. Hatırlanacağı üzere HDP’nin ortaya çıkışı da esas olarak HDK’nın partileşmesi ve büyük şehirlerdeki solla bütünleşmesi şeklinde olmuştur. Bu yapı Demirtaş’ın önderliğinde, batı şehirlerindeki Kürt gençlerin solcu gençlerle bütünleşmesine dönüşmüştür.
PKK’nın “Kanton stratejisi”
Daha önce Kürt meselesi üzerine yazdığım kitapta Mehrdad İzadi’nin batıda Kürdistan’ın kurulmasının ancak dünya savaşı gibi bir denklemle mümkün olabileceğini ama asıl Kürt nüfusun batı şehirlerinde olması nedeniyle bunun da sorunu çözmeyeceğini, o nedenle Türkiye Cumhuriyeti ismi yerine Anadolu Cumhuriyeti isminin alınması gerektiği fikirlerini aktarmıştım. Hiç gündemde değilken kantonlar meselesine o zaman değinmiştim. Nitekim “kanton modeli”, İsviçre örneğindeki gibi ülke çapında karışmış ama amalgam olmamış grupların Türk ve Kürt kantonları oluşturması şeklinde İzadi tarafından önerilmişti. Bunu ilk yazılarımda belirtmiştim. Öcalan’ın “biz solcularla beraberdik, öyleyse Kürtler, HDP olarak Türk solcularına da önderlik etmelidir” tezi gündeme gelmiş ama bu hayata geçmemiş ve HDP’ye katılan ünlü Türk solcuları kısa süre sonra ayrılmıştır.
Öcalan’ın stratejisi doğrultusunda daha kalıcı olan diğer beş parçayla bağlantılı bir Kürt konfederasyonu oluşturulurken Türkiye içinde ise HDP modelindeki kantonlar ya da Suriye’de olduğu gibi demokratik ulus kavramıyla Kürt nüfusun yeterli olmadığı bölgelerde Araplar ve Türkmenlerle beraber yapılar oluşturmak önerilmektedir.
Tarihsel ve diğer problemleri içeren bu analiz, aslında gelecek yüzyıldaki demokratik halklar kavramının altını çizer. Batman’daki rafineriyi korumak için buraya PKK’nın sokulmadığı dönemde güçlenen HÜDA PAR gibi örgütler veya Siverek ve Urfa’ya PKK’nın sokulmaması adına Bucakların oluşturduğu yapılar, korucular ya da Barzanici ve Nakşi Kürtlerle kurulan yapıların geliştirilmesi AKP’nin MHP ile olan ilişkisinin gerilemesini getirmektedir. MHP’nin AKP ile aynı listeden seçime girmemesinin ardında belki de bu sebep vardır. Güncel bir politik tavırdır ama geleceğe doğru politikaların temelini oluşturmaktadır.
Seçime bu karışık denklemle gidilmektedir. Türkiye’nin gerçeği; bu seçimde ya AKP devrilecek ya da bütünüyle kalacaktır denklemi değil bu bahsettiğim analizlerdedir. Bu anlamda Çin-İran-Suudi Arabistan-Suriye ekseninin karşısında Amerika ile Rusya’nın ilişkisi yeniden şekillenecektir. Türkiye, bu eksenle diğer eksen arasında Bonapartist tavır alarak önümüzdeki yüzyılda politikasını oluşturacaktır. Önümüzdeki yüzyılın Kürt politikası da buna göre belirlenebilecektir.
Şii Hilali’nin güncel taktiği: Anadolu Aleviliğini kışkırtma
Daha önce yazdığım Şii Hilali tezlerimde kimsenin o dönemde farkında olmadığı İran ve Irak Şiiliği ile Suriye Nusayriliğinin oluşturduğu eksene dikkat çekmiştim. O sırada yeni bir güç olarak beliriyordu. Şimdi Rusya Suriye’den çekildikten sonra en aktif güç olarak Şii Hilali çıkmaktadır ve Çin’le işbirliği güçlü bir politika yaratmaktadır. Türk Aleviliği üzerine yazdığım kitabımda bunun İran Şiiliğinden çok farklı bir yapı olduğunu vurgulamıştım. “Siz Alevileri camiye sokun” diyen Caferiler ile cem evini camiye çevirmek isteyen Sünni politika söz konusudur. Türkiye de etnik olarak Şii Hilali ve cihatçılar ekseninde kışkırtılmak istenen bir yapıdadır. Kürtlerin ayrılmaları için emperyalistler tarafından kışkırtılmasını İzadi vurgulamaktadır. Aşiretler, “Biz kendimize Kürt demiyorduk, bunu Batılılardan öğrendik.” yaklaşımı içindeydi. Şimdiyse Anadolu Aleviliğini Şiiliğe çevirme noktasında bir risk ortaya çıktı. Aleviliğin bir meydan okuma aracı olarak ortaya konduğu yeni siyasi denkleme Şii Hilali perspektifinden bakmamız gerekir.
Kürtlerin bir politik güç olarak 18. yüzyılda ortaya çıkarılması gibi Türkiye’de Aleviliğin de siyasi bir harekete dönüştürülmesi, Şii Hilali’nin Türkiye’deki uzantısı olarak görülmelidir. Zaten Şii haritalarına Türkiye’deki Aleviler de katılmaktadır. Bu da konuyu önümüzdeki yüzyılın en önemli konularından bir haline getirmektedir.
Bugün Suriye’deki Zengi coğrafyasının Türk, Kürt, Arap Sünni unsurları tamamen Türkiye’ye sürgün edilmiş durumdalar. Onların yerine Halep, Hama ve Humus’a Alevi Nusayriler yerleşmiştir. Türk Aleviliği ise bunlara tamamen karşı olmasına rağmen buna dahil edilmek istenmektedir. Önümüzdeki yüzyılın en çok dikkat edilmesi gereken politikalarından biri de bu olacaktır.
Aynı durum PYD’nin egemenliğindeki bölge için de geçerlidir. Suriye’deki etnik temizlik Şii Hilali ve PYD için uygun yapılanmayı sağlamıştır.
Türkiye’ye Suriye’den sürülenlerin geri dönüşüne karşı çıkmaları etnik egemenliklerini korumak amacı taşımaktadır.