Türk Solu’ndan Gökçe Fırat’la tanıştım.
Dinledi, anlattıklarımı anladı ve bana güvendi.
Bu sayfalarda yazmamı sağladı.
Öncelikle kendisine teşekkür ederim.
Şimdi sıra sizde:
Sözlerimi dinlemeye, anlamaya hazır mısınız?
Yazdıklarım bazen sizi düşündürür, bazen rahatsız eder.
Amacım konfor alanınızı korumak değil.
Ama sizi zorlamak da istemem.
Sadece olduğum gibi yazacağım.
Belki bazen susarım, bazen de sesimi yükseltirim.
Buradayım, yazıyorum.
Ve eğer siz de duymak isterseniz, devam edeceğim.
…
Dijital çağda bilgiye ulaşmak çocuk oyuncağı oldu. Herkes her şeyi biliyor, hatta bazen hiçbir şey bilmiyor ama çok emin. Sosyal medyada gerçeklerin kaybolduğu yerde, yalanın parıltısı o kadar göz alıcı ki, gözlerimiz kamaşıyor.
Algılar yönetiliyor, gerçekler karartılıyor. Sahte haberler, sıradan haberlerden daha fazla tıklanıyor çünkü bizim toplum olarak ilginç bulduğumuz şey genellikle doğru olandan çok daha fazla dizi finali heyecanı taşıyor. Korku, dedikodu ve sansasyon her zaman gerçeklerden daha hızlı yayılır. Meşhur “Yalan uçuyor, gerçek sürünüyor” lafı boşuna söylenmemiş.
Bu sadece bireysel bir problem değil, toplumsal bir felaket. İnsanlar artık birbirine değil, cep telefonlarına daha çok güveniyor. Ortak akıl mı? Unutun gitsin. Kamplaşmalar ise öyle derin ki, aynı sofrada yemek yiyip farklı gezegenlerde yaşar gibi davranıyoruz.
Sahte haberler, artık sadece birer araç değil; yeni bir iktidar biçimi haline geldi. Kimin yalan söylediği değil, kimin daha hızlı ve etkili yalan söylediği önemli.
Sorumluluk mu? Herkesin. Biz okuyucuların, biz habercilerin, hatta bizlerin. Ama en çok da sorgulamayan, hazırı tüketip “aman bana bulaşmasın” diyen toplumun.
Türkiye’nin gündemi sahte haberler değil, gerçek meseleler olmalı. Ama bu iş kolay değil. Kolay olan, gözünü kapamak, kulaklarını tıkamak ve “Ne olacak ki?” demek.
Ama kolay, doğru değildir.
Türk Solu’nda bu yüzden yazıyorum.
Çünkü gerçekler, her zaman gücünü gösterir. En sonunda.

