İyi Parti için 2024 yerel ve 2028 genel seçimlerini kapsayan bir perspektif sunmak istiyorum. 2023 genel seçimlerinde yaptığım analizde “AKP’nin HÜDA-PAR’la işbirliği HDP ile yapacağı işbirliğinin ilk adımıdır” dediğimde ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabilmiştim. O dönemdeki denklemde Öcalan ve HDP’nin içindeki Öcalan’a yakın kanatla işbirliğini savunan bir AKP politikası söz konusuydu. Buna karşılık CHP’nin Selahattin Demirtaş kanadıyla işbirliği yaptığı bir saflaşma vardı. İyi Parti bu saflaşmada yerini bulamadığı için masadan ayrıldı, tekrar oturdu ancak belli oranda rahatsızdı. O dönem, Sinan Oğan ve Ümit Özdağ da bu saflaşmanın dışında bir pozisyondaydı.
İyi Parti’nin CHP ile işbirliği ve beraberliği, Özgür Özel-Meral Akşener arasındaki abla-kardeş ilişkisiyle oluşabilecek bir durum değildir. İyi Parti’nin, HDP ile yan yana gelecek CHP ile bir arada gözükmesi mümkün değildir. İyi Parti’nin taktiği, CHP-HDP işbirliğini afişe ederek ortaya koymak olmalıdır.
Özgür Özel, “Kürt operası olması için Kürt devleti olması gerekir” diyen Kürt sanatçının elini öperek ve “Türkiye’de herkes eşittir ama Kürtler daha az eşittir” sözleriyle bir söylem geliştirmektedir. Bu söylemlerin HDP’de bir karşılığı var mıdır peki? HDP, “lafa bakarız ama söyleyen adama da bakarız” klasik yaklaşımıyla, “CHP bu söylemi hayata geçirecek iktidara sahip midir değil midir?” biçiminde pragmatik bir politika da uygulamaktadır.
Bu anlamda karşımıza yeni bir denklem çıkmaktadır. Daha önceki yazılarımda ayrıntısıyla anlattığım “radikal demokrasi” anlayışının gerek Macaristan’da gerekse Türkiye’de seçim kaybetmesi, muhalefetteki farklı partilerin bir araya gelmesinin aslında karşıdaki bloğu kuvvetlendiren bir politika olduğunu göstermiştir. Diğer yandan, AKP’nin HÜDA-PAR ile başlattığı, Öcalan-İmralı kanalıyla HDP’ye yönelecek işbirliği çizgisi, yapılan çalışmalardan sonra, Demirtaş ile işbirliğine dönüşmektedir. Yapılan kamuoyu araştırmalarında Demirtaş hâlâ öne çıkmaktadır. Bu durumda, Demirtaş’ın AKP ile direkt ya da endirekt işbirliğine gitmesi için verilen sözlerin yerine getirilebilmesi gerekmektedir. Bu sözlerin başında kayyım atanma olgusunun olmayacağı, yani Güneydoğu’da HDP’nin kazandığı belediyelere kesinlikle kayyım atanmayacağı vardır. İkincisi, Demirtaş’ı kapsamasa bile yaşlı ve hastaların affı söz konusudur. AKP ile kurulacak bir işbirliği, HDP açısından stratejik olmasa da taktiksel açıdan ulaşılması gereken adımları hayata geçirebilecek pragmatik bir programdır. Daha açık olmak gerekirse, CHP ile yapacağı işbirliğiyle bunları elde edemeyecek olan HDP (DEM), ancak AKP ile yan yana gelerek taktiksel hedeflerini gerçekleştirebilecektir.
AKP açısından da, bu dönemde Demirtaş ve DEM’le tartışmanın bir anlamı yoktur. Gezi olayları döneminde Demirtaş’ın bizzat Gezi’ye katılanlara yönelik “Ulusalcı/faşist hareketlerle bir arada olamayız, kesinlikle Gezi’ye katılmayın.” söylemleri unutulmamalıdır. Nitekim, Gezi ayaklanmaları Güneydoğu’da hiç yaşanmamıştır. Çok daha sonra, Gezi’nin son günlerinde, Demirtaş “Bu alanı milliyetçilere/faşistlere bırakamayız. Bu demokratik kalkışmayı sahiplenelim.” diye geç kalmış bir karar vermiştir. Diğer yandan, HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in Gezi’nin başlangıcında önde yer almasına karşın ikinci günden sonra birdenbire tüm HDP Gezi’den desteğini çekmiş ve Gezi’yi Açılım sürecini baltalamak için hayata geçirilen bir süreç olarak tanımlayarak AKP ile birlikte cepheden uzak durmuştur.
İstanbul’daki yerel seçimlerde, AKP’nin muhafazakâr olsun, liberal olsun, solcu olsun, tüm Kürtlerden oy alarak veya en azından onları tarafsızlaştırarak belediyeyi kazandığı gerçeği vardır. Son seçimde ise Demirtaş ile zıtlaşılması nedeniyle HDP’lilerin CHP’ye oy vermesiyle İmamoğlu kazanabilmiştir.
Bir diğer olgu olarak, Rojava ve Afrin’de Türk Ordusu’nun operasyonlarıyla PYD’nin büyük bir darbe yemesi ve ülke içinde de kentsel ayaklanmaların bastırılması, HDP’nin AKP karşısında yer almasına sebep olmuştu. O dönemde, “Silahlara veda mı metropollerde toplu ayaklanma mı?” başlığıyla yaptığım analizde, silahlı grupların Suriye’ye çekilmesi söz konusu olduğunu ancak diğer yandan metropollerde gençlerin hendeklerde toplu ayaklanma denemesine girdiğini analiz etmiştim. Gezi’deki AKP-HDP işbirliğinin bozulmasının bir diğer nedeni ise Rojava’da Esad ile işbirliği yapan PYD’nin daha sonra Amerikan çizgisine girerek Türkiye’ye cepheden karşı çıkmasıydı. Bu noktada, yeni bir stratejik dönem doğmuştu. “Kuzey Kürdistan’la Güney Kürdistan’ın Rojava üzerinden birleşme olanağı vardır.” tezi ileri sürülerek Demirtaş’ın önderlik ettiği Açılım politikası terk edilmişti. Bunun sembol lafı “Seni Başkan seçtirmeyeceğiz” sözüydü.
Günümüzde, özellikle İsrail savaşından sonra, PYD açısından yeni bir dönem doğmuştur ve Şii Hilali’nin karşısına ABD tarafından yerleştirilmiştir. Böylece PYD, Türkiye’de toplu ayaklanma hazırlamaktan vazgeçmiş ve İran’ın Şii Hilali’yle İsrail’e doğru ilerlemesinin önünde duran bir cephe haline gelmiştir. İsrail’in HAMAS’a saldırısı sürecinde saflar daha da belirginleşmiştir.
Bu durumda, seçimlerde AKP, DEM ismini alan HDP ve Yeşil Sol Parti’nin İstanbul’da aday göstermesini sağlayarak büyük bir karizması ve gücü olan İmamoğlu’nun seçilmesini engelleme çabasına girişecektir. Buna karşılık, CHP de HDP ile işbirliğini olabildiğince resmileştirecek bir politikaya yönelecektir.
Bu durumda, gözüken şudur: HDP, CHP ile açıktan, AKP ile ise gizli işbirliği yapmaktadır. HDP, İstanbul’da Başak Demirtaş’ı aday gösterebilirse, AKP’nin başarıya ulaşma şansı artacaktır.
Bu analizi İyi Parti’nin duruşunu belirlemek için yaptım. İyi Parti kesinkes CHP ile bir arada olmamanın, çok sevdiği İmamoğlu’nun karşısında yer almanın arkasında yatan nedenin CHP’nin HDP ile işbirliği olduğunu açıkça deklare etmelidir. Ancak İyi Parti, bununla yetinmemeli, AKP’nin de HDP ile bir işbirliği içinde olduğunu vurgulamalı ve hem CHP’yi hem de AKP’yi HDP ile işbirliği noktasında eleştiren taktiksel bir duruş sergilemelidir.
Diğer yandan, MHP, AKP’nin HDP ile işbirliğini kurumsal olarak eleştirmemektedir. Bu durumda MHP tabanı bunu eleştiren İyi Parti’ye kayabilecektir. 2028 seçimleri için bu strateji kullanılmalıdır. Bu süreci, Akşener sürdürebilir mi, sürdüremez mi ayrı bir sorudur. Bu noktada Ümit Özdağ yanında yer alır mı, Sinan Oğan’ın tavrı ne olur, sorularının yanıtları yerel seçimden sonra belli olacaktır.
Önümüzdeki dönem, AKP-HDP işbirliğine doğru ilerleyen bir süreç oluşturacaktır. Diğer taraftan, Suriye’deki durumların değişmesi nedeniyle AKP ile HDP arasındaki çelişki yumuşamış olacak, Açılım dönemindeki gibi uzlaşmaya doğru giden yeni bir dönem söz konusu olacaktır. Böyle bir süreçte MHP’nin AKP ile işbirliğini savunabilmesi güçleşecektir. Cumhur İttifakı’ndan ayrılması MHP için bir sorun yaratır. Kalması durumunda ise tabanın MHP’de tutunmasını imkânsız hale getirir.
Diğer taraftan, CHP içindeki Atatürkçü taban da HDP ile işbirliği yapan CHP’ye tavır alacaktır. Böylece, CHP tabanında da İyi Parti’ye yönelme başlayabilir.
Bu stratejinin analizini getirisi ve götürüsü temelinde yapmalı, gerçekleştirilebilir mi gerçekleştirilemez mi noktası tartışılmalıdır. Öncelikle, AKP’nin ve CHP’nin HDP ile yakınlaşması ve işbirliği yapması (görünür veya kapalı), bu iki partiye ne oranda oy getirecektir? Buna karşılık, AKP ile CHP’nin HDP ile işbirliğini ortaya koyan İyi Parti’ye bu strateji ne oranda oy getirecektir? Bu sorular can alıcıdır.
HDP’nin %10 civarında bir oyu söz konusudur ancak HDP karşıtlığının oy oranı tam olarak bilinmemektedir. CHP ile AKP arasında, bu oranlar seçimi kazandırma ya da kaybettirmeye yaramaktadır. Göçmen karşıtlığı politikasının da HDP karşıtlığı gibi yüksek oy getirme şansı vardır. Nitekim, Zafer Partisi’nde tek başına Sinan Oğan ve Ümit Özdağ, %5’e yakın bir oy potansiyeline ulaşmıştır.
İyi Parti açısından önümüzdeki dönemde ana sorun liberal görünümlü merkez sağ çizgisinden çıkarak HDP karşıtlığı temelinde ulusalcılığı, Atatürkçülüğü ve milliyetçiliği ve hatta devrimciliği kapsayan bir parti konumunu almaktır. Bu açıdan da, İyi Parti’nin içindeki liberal unsurlardan temizlenmesi, bu yeni dönemdeki misyonuna uygun bir parti kimliğine dönüşmesini sağlayacaktır.
Önümüzdeki dönem, İyi Parti, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan tarzında, Atatürkçü askerlerin ve ulusalcıların yer aldığı bir parti olarak konumlanmalıdır. HDP karşıtı, Türkiye’nin bölünmez yapısını esas alan bir ulusalcı/milliyetçi/Atatürkçü bir parti kimliğine dönüşmesi gerekmektedir. Fakat burada yanlış bir yoruma gitmemek için, Çinci/Rusçu/Avrasyacı bir anlayışa da kapılmamalıdır. Tersine, HDP karşıtlığı aynı şekilde Avrasyacılık karşıtlığı biçiminde de mevzilenmiş bir politika gerektirir.
İyi Parti, Amerikan karşıtı bir milliyetçi çizgiden yola çıkarak Çin ya da Rusya işbirlikçisi bir milliyetçiliğe dönüşen anlayışa da hayır demek durumundadır. İyi Parti, sahte milliyetçiliklerden uzaklaşmış, Türkiye’nin üniter yapısını savunan, küresel sistem içinde yerini alırken en azından siyasi bağımsızlığını koruyabilen bir merkez halinde davranabilirse, milliyetçi ve Atatürkçü oyları toplayabilir. Hatta, bu çizgi içinde, Sultangaliyevci bir yaklaşım içinde, İslamcı ve solcu öğeler de partinin renkleri içinde yer almalıdır. Bu renklerden biri diğerine egemen olmamalı, çok renkli ancak uyumlu bir parti olmalıdır. Bugünkü modern anlamdaki Atatürk’ün Altı Ok’u gibi, “milliyetçiliğin yedi rengi”ni de kapsamalıdır.
HDP karşıtı bir politika izleme, milliyetçi/ulusalcı çizginin turnusolü olacaktır. HDP karşıtlığının getireceği oy, bir taraftan da partinin milliyetçiliğini konsolide edecektir. Bu anlamda, “milliyetçiliğin yedi rengi” dediğimiz olgu renksizlik değil, bir ideolojik bütünleşmedir. İdeolojik bütünleşme, Atatürkçülüğü, yurtseverliği, milliyetçiliği, hemşeriliği içermelidir.
Böyle bir konsolidasyon, “milliyetçiliğin yedi rengi” bayrağı, aslında merkez sağı ve merkez solu kendi bayrağı altında toplayabilecek bir kartopu modelini oluşturacaktır.
Sonuç olarak, HDP’nin desteğini almak için oluşan HDP-CHP-AKP denkleminde paylaşılacak oy %10 kadardır. HDP karşıtlığı ise %20-25’lere ulaşan Türk milliyetçisinin oyunu getirecektir. Bunun dışında %10’lara yakın Atatürkçü-laik-üniter devlet yanlısı bir kesim de bulunmaktadır. En geniş oy tabanı HDP karşıtlığında Türkiye’nin bütünlüğünü savunan milliyetçi-demokratik bir çekirdek oluşturulabilir.
HDP’ye cepheden karşı çıkmak, bu ulusalcı çevrelerin ve merkez sağ ve sol kesimlerin oyunu almak için başlı başına yeterli değildir. Bu anlamda, inandırıcı bir politika gereklidir. Örneğin, HDP’ye cepheden karşı çıkan Vatan Partisi’nin oyu binde 1’lerdedir. Vatan Partisi, milliyetçi ve Atatürkçü görünümüne rağmen gerçekte Maocu olması ve küresel planda Çin’in görüşlerinin yayılmasına yönelik politika izlemesi nedeniyle milliyetçiler tarafından benimsenmemektedir. Doğu Türkistan’ın Çinleştirilmesini desteklemesi milliyetçiler tarafından dışlanmasına neden olmaktadır. Rusya’nın Kırım’ı ve Kırım Hanlığı’nın doğal coğrafyası olan Don, Dinyeper bölgesini yani Donbas, Donetsk, Lugansk’ın Ruslar tarafından işgalini alkışlaması da milliyetçi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu anlamda, Avrasyacılığın kuyruğuna takılmış bir milliyetçilik gerçek bir milliyetçilik değildir. HDP karşıtı olmasına rağmen binde 1’i aşamayan Vatan Partisi’ni örnek göstererek HDP karşıtlığının oy toplamayacağını savunmak, bu anlamda doğru değildir. Perinçek’in oy alamamasının nedeni gerçek milliyetçi olarak görülmemesidir.
Bu boyutuyla, oluşturulacak politik stratejinin hedefi, merkezde kalmayı başarmak ve belli bir güven toplamak olmalıdır. Yoksa, yetersiz kalır.
Bu stratejinin olmazsa olmazı AKP’nin HDP ile işbirliğini geliştirmesidir. Açık veya gizli olması önemli değildir, bu işbirliğinin kodlanması gerekir. AKP eğer HDP ile uzlaşmaz ise ya da İyi Parti bu gizli/açık işbirliğinin üzerinde durmaz ise, yalnızca CHP karşıtı bir duruma indirgenmiş olunur ve bu AKP saflarında yer alma görüntüsü verir. Bu noktaya özellikle dikkat edilmelidir.