Yıllar önce Türk Solu’nda kapak yazısı olarak kaleme aldığım Türkiye’nin ulusal çizgisi Suriye hududuna derinlemesine girmektir ve bu bölgede bir kuşak oluşturmaktır; Türkiye eğer bu bölgeye girmezse ABD’nin PKK ile yaptığı ittifak sonucu bir denizden diğer denize, Basra Körfezi’nden İskenderun’a uzanan bir koridoru oluşturma tehlikesine dikkat çekmiştim. IŞİD’in henüz ortaya çıkmadığı bir dönemde, bir cihatçı kuşağın Basra Körfezi’nden Türkiye’ye doğru uzanacağını, Şii Hilali’nin İran-Basra-Suriye-Hizbullah hattıyla Akdeniz’e ulaşacağını öngörmüştüm. Atatürk’ün ülkemize kazandırdığı Hatay üç proje için de kritik önemdedir.
Henüz kantonların oluşmadığı dönemde, ulusalcı olduğunu ileri süren partiler, Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın örgütlenmesiyle, bu bölgenin cihatçı gruplara karşı bir kuşak oluşturacağını ileri sürüyorlardı. Bu örgütlenmeyi Esad’ın yapmasıyla, Türkiye hududuna PKK gruplarını yerleştirilmesiyle ilk kanton nüveleri oluşmuştu: Afrin ve Kobani. Esad Türkiye hududuna bir Kürt kuşağı koyarak Türkiye’yi sınırlama politikası güderken, bu kuşak IŞİD’in ortaya çıkmasıyla birlikte ABD ile işbirliği yapan bir kuşağa dönüştü. Bunu dengelemek içinse Rusya, Levant kıyısı boyunca bir kuşak oluşturdu.
Antakya’dan İran’a kadar uzanan bölgede yeni Kandil’lerin, Şii Hilali’nin ve Cihatçı kuşakların oluşması ancak Türkiye’nin bölgeye girmesiyle engellenebilir demiştik. Bunu ileri sürdüğümüz zaman birçok sol gazetede “Üşümezsoy ‘Tayyip göreve’ dedi” başlığı atmıştı. Oysa o dönemde Esad’a karşı ABD ile işbirliğiyle çeşitli grupların Suriye’ye gönderilmesi politikası vardı. Diğer taraftan ise Emevi Camii’nde Cuma namazı kılmak gibi politikalar varken ben bu hayali politikaları değil, Türkiye’nin bizzat kendi askeriyle Suriye’ye girip bir kuşak oluşturmasını önermiştim.
Açılım politikası yapıldığı zaman da PKK’nın silahlara veda etmeyeceğini, buna karşılık başlık olarak “Silahlara veda mı? Şehirlerde toplu Ayaklanma mı?” başlığıyla bir yazı yazmıştım ve bu açılım süreciyle eşdönemli olarak Rojava projesinin ortaya çıkması, Türkiye’deki açılımı hançerleyen bir proje olmuştu. Çünkü artık “Türkiye’de sorun çözmek yerine Ortadoğu’da yer almak gerekir” diyen bir PKK yönetimi söz konusuydu.
O dönemde iki kitap yazmıştım. Bunlarda Üçüncü Dünya Savaşı’nın kaynaklarının Rus doğalgazı ile ABD kaya gazı arasındaki mücadele olduğunu vurgulamıştım. Bu, savaşın ikinci aşamasıydı. İlk aşama ise Rusya ile ABD’nin bunun zıddı olarak Ortadoğu’da petrol üretiminin durdurulması politikasını yürüteceklerini söylemiştim. Ve bu yüzden aslında bölgede işbirliği yaptıklarını ortaya koymuştum. Bunu sonucu olarak, Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı kuşak alanındaki askeri harekât hem Rusya hem de ABD tarafından engellenmişti. Birçok Rusçu ulusalcı grup “Biz ABD’nin askeri olmayacağız. ABD Türkiye’yi Suriye’ye sürüyor” dediği zaman “Hayır, Obama Türkiye’yi Suriye’ye sürmüyor, tam tersine girmesini engelliyor” demiştik.
İlgisi yok gibi gözükmekte ama Ukrayna’ya Rusya’nın istila hareketinin başladığı noktada bütün stratejistler, Rusya’nın Ukrayna’yı bir iki günde alacağı gibi söylemlerde bulunduğu zaman, ben askeri bir analiz yaparak Sovyet döneminden kalma ağır tankların yeni nesil silahlar olan Javelin’lere karşı bir şansının olmadığını vurgulamıştım. Nitekim öyle oldu.
Bu savaşın dönüm noktası ise Rusya’nın en büyük donanmasının bulunduğu Kırım’a el yapımı denizaltılarla yapılan saldırılarda Elon Musk’ın Star Link bağlantılarını kapaması, bunu üzerine denizaltıların körleşmesi sonucu geri dönmek zorunda kalmasıydı. Bu aslında ABD ile Rusya arasında bir bahar havasının doğmasını sağladı.
Putin, Elon Musk’ı överken aslında ABD ile olan ittifakının işaretlerini vermekteydi. Benzer şekilde Ukrayna’ya yeni askeri desteklerin ABD Kongresi’nden geçmemesi de bunun göstergesiydi. Putin’in son dönem üst perdeden konuşmalarını bir kenara bırakması da bu sürecin bir ürünüdür. ABD ile Rusya arasındaki bahar havası Suriye’deki politikaları da değiştirecektir.
Erdoğan’ın son ABD ziyaretinde Elon Musk ile görüşmesi, Amerikalı politikacılarla son derece sıcak temaslarda bulunması ve Rusya ile bağlantıyı kuran aracı konumunda olması nedeniyle BM’nin karşısındaki Türkevi bir anda siyasetin saygın bir merkezi haline geldi. Bu, Türkiye’nin Suriye’deki askeri harekâtlarımızın temellerinin atıldığı bir siyasetti. Sessiz bir şekilde bölge Türkiye’nin SİHA’larının saldırılarına açık hale getirildi. Bunun üzerine MİT’in SİHA operasyonları başladı.
ABD’nin Türk SİHA’sını bir F-16 ile indirmesi aslında şunun vurgusuydu: Benim iznim olmadan hiçbir SİHA buralarda uçamaz.
Türkiye-ABD-Rusya arasındaki baharın kaynağı nedir peki?
İran, Rusya’nın da rakibi olabilir çünkü İran ve Katar gazı borularla Çin’e gitmektedir. Çin’in İran ve Suriye’ye ulaşan politikası karşısında Türkiye-ABD ve Rusya bu bölgede özellikle Suriye bölgesinde bir ittifaka girişmektedir. Hem Rusya’nın hem de ABD’nin Suriye’deki hava sahalarını Türkiye’ye açması bu uzlaşmayı göstermektedir.
Bu durumda ABD, Suriye’deki diğer müttefiklerini satmış mıdır? Hayır… SGD’nin tanınmasını sağlamak istemektedir. Çin’in İran üzerinden Akdeniz’e ulaşmasını engellemek için bu güçlere dokunulmaması gerekmektedir. Bu, Rusya’nın da işine gelmektedir. Türkiye’nin bu güçlere karşı çıkmasını engellemek için de Suriye’nin kuzeyindeki 30-40 kilometrelik bir kuşak Türkiye’nin kontrolüne bırakılmaktadır.
Bu yalnız Suriye’de değil, Ukrayna’daki savaşta da bir denge olarak ortaya çıkacaktır. Kesin bir barış gelmese bile artık sönümlenmiş, de-facto bir durum ortaya çıkacaktır.
İran’dan ve Ermenistan üzerinden Karadeniz’e uzanan bir hat ise son gelişmelerle Zenzegur Koridoru vasıtasıyla durdurulmuştur. Yani Çin’in Karadeniz’e ulaşması da bu şekilde engellenmiştir.