Biden’ın son perdesi, ABD Dışişleri Bakanının Türkiye’ye gelerek Ankara’da “IŞİD’e karşı mücadele eden müttefiklerimizi korumalıyız” demek oldu. Artık inandırıcılığını yitirmiş ve gerçekliği kalmamış bir IŞİD düşmanına karşı korunacak bir müttefikin de inandırıcılığı kalmamıştır. Bu da Kürt Koridoru tezinin devre dışı bırakıldığı yeni oyunun ortaya çıktığı bir döneme işaret eder. Diğer taraftan İran Cumhurbaşkanının helikopter kazası görünümü altında öldürülmesi sonrasında yeni cumhurbaşkanı seçilmesinden önce yazdığım yazılarda, Şii Hilalini savunan mollalar ile reformcu, demokratik ve kendi içine dönmüş İran’ı savunanlar arasında bir mücadeleyi dikkat çekmiştim. Bu mücadeleyi reformcuların kazanması sonucunda Şii Hilali devreden çıkmıştır. Bu anlamda İran ağzıyla konuşan yorumcuların “Rehberin önem verdiği direniş cephesi” olarak tanımladığı hat, ortadan kalkmıştır. Bu durumda Suriye’deki Kürt Koridoru ve kantonlar olgusu da artık aktör olmaktan çıkmıştır. Bundan sonra belki ancak figüran olarak, daraltılmış bir coğrafyada kalacaktır. Bu anlamda “Müslüman İsrail” ya da “İkinci İsrail” olması imkanı da ortadan kalkmıştır. Eski oyunun aktörleri birer birer ortadan kalkarken Trump’ın yeni oyununun aktörleri ortaya çıkmaktadır. Amerikan “establishment”ının Trump’ı desteklediğini vurguladığım zaman, çok bilmişler “müesses nizam Kamala’yı tutuyor” demeyi sürdürüyordu. Bense müesses nisam diye bir şeyin olmadığını, “establishment” ile var olduğunu vurgulamıştım. “Establishment”ın Trump yanlısı tavrı, Silikon Vadisi’ndeki bütün şirketlerin Trump’ın yanında durmasıyla ortaya çıkan bir olguydu. Amerika’daki yeni oyun son günlerde kendini göstermeye başladı fakat halen eski oyunun devamını burada aramak en büyük hatadır. Acaba Suriye’de HTŞ takiye mi yapıyor, ona bağlı gruplar arasında bir iç savaş mı çıkar, Türkiye ve ÖSO bir müdahaleyle PYD’yi devreden mi çıkarır gibi denklemler eski oyunun sürdüğü düşünülerek bitmez tükenmez bir şekilde tartışılmaya devam ediliyor.
Ben yeni oyunun senaryosunu çizen ana hatları ortaya koyacağım. İsrail, Suriye, Türkiye ve Azerbaycan yayında ortaya çıkan yeni bir hat söz konusudur. Türkiye’de, Azerbaycan petrolünün Türk limanları üzerinden İsrail’e taşınması üzerinden bir muhalif söylem kullanılıyor. Gerçekte petrol boruları ülkeler arasındaki ittifakın bağlarıdır. Azerbaycan, Türkiye ve İsrail arasında bu olguyu görmeden bir politika üretemeyiz ve bu somut veri, bakış açımızı destekleyen bir olgudur.
Daha açık ikinci bir olgu ise HTŞ’nin İdlip’te kaldığı süre içinde Rusya ve Esad’ın bu meseleyi Türkiye’nin çözmesi gerektiği savıyla gözlemlenebilir. Türkiye bu görevi yerine getirmiyor diyerek Rusya Türkiye’yi eleştirmişti. Hatta Türkiye, İran ve Rusya arasındaki anlaşmalarda Türkiye’ye verilmek istenen imkansız görev HTŞ’nin ve İdlip’teki 3 milyon insanın Türkiye’ye alınmasıydı. Rusya’nın bunu Türkiye’den beklemesi en önemli açmazlarından biriydi. Halep, Musul ve Şam’ın bombalanmasıyla bu insanların otobüslerle İdlip’e yığılması ve sonra da Türkiye’nin bunları ortadan kaldırması ya da içine alması beklenmişti. Ve bu esnada Türkiye bu grupları korumaya çalışırken Rus hava saldırısı sonucu bir gecede 35 askerinin şehit olması, yüzlercesinin yaralanmasıyla karşı karşıya kalmıştı.
Peki şimdi ne oldu da Rusya Kamışlı ve Münbiç’teki kamplarını kıyıya, Lazkiye’ye taşıdı? Lazkiye’deki üslerini koruma karşılığında HTŞ’nin operasyonu sırasında bir tek uçak bile kaldırıp bombalamadı! Ama Rusya hep yanıltıcı olarak İdlip’i bombalamıştır. Burada amaç İdlip’teki güçlerin Lazkiye’deki Rus üslerini ele geçirmesini engellemekti. Diğer yandan çok daha önceden Şii Hilalinin döneminin kapanmıştı, Lübnan Hizbullah’ının liderlerinin tasfiyesi bunu bir parçasıydı. Devrim Muhafızları, Kudüs Gücü, Haşdi Şabi gibi İran güçlerinin İsrail tarafından nokta atışıyla yok edilmesi sürecinde Haşdi Şabi’nin Suriye iktidarını suçladığı, hatta bazı generalleri cezalandırdığı bilgileri yayılmıştı. Bu sadece İsrail’deki bazı yöneticilerin İsrail’e çalışmasının ötesinde Irak’ta da aynı süreçler yaşanmış ve mollalara karşı reformcuların bu noktaları İsrail’e bildirmesi ihtimali gündeme gelmişti. İran’daki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Direniş Ekseni denilen ve Şii Hilali olarak tanımladığım örgütler fiili olarak devreden çıkmış, Suriye’yi de tamamen terk etmişlerdir. Lübnan-İsrail savaşı sürerken HTŞ’nin harekete geçmemesi de İsrail ile işbirliği yapıyor görüntüsü vermekten kaçınması olarak yorumlanmalı. HTŞ aslında kendisi için daha uygun olan Hizbullah’ın Esad’a destek olamayacağı dönemi değil, bilinçli olarak sonrasını ayaklanma için tercih etmiştir.
Kuzey Suriye’de Münbiç’in SMO tarafından alınması, güneyde Rakka ve Deyrizor yani petrol yataklarının olduğu bölgenin Arap aşiretlerince PYD’den geri alınması, Haseke’de ayaklanmaların başlaması ile SMO’nun Kobani ve Kamışlı’ya müdahalesi beklenmektedir. Amerika’nın PYD’ye desteği “IŞİD’e karşı müttefikimiz” diyerek basit bir söylemle savunulmaktadır. Bu aslında savunmamak demektir ve PYD’nin ve Kürt Koridoru tezinin çöktüğü anlamına gelmektedir. Daha harekat başlamadan kıyıdaki Rus üslerine dokunulmayacağına dair açıklamaların yapılması ve bu arada Palmira ve Golan tepelerinin İsrail tarafından alınması ve Şam’a yaklaşılması Esad’ın devrilmesinden sonra ortaya çıkan olgulardır. Bu da HTŞ ile İsrail arasındaki görüntüdeki bir çatışmaya işaret eder ve bunun ürünü olarak da İsrail, Suriye’nin tüm askeri güçlerini, Şam’da ve Lazkiye’de bombalamıştır. Hatta istihbarat merkezi bombalanarak Esad ile İsrail arasındaki yazışmaların kayıtları da ortadan kaldırılmıştır. İran da Esad’ı gizli noktalarını İsrail’e bildirmekle suçlamıştır. İsrail, Suriye’nin tüm savaş kapasitesini yok edecek görülmemiş bir bombardıman yapmıştır. Bu Lübnan’a yapılanın ötesindedir ve Gazze’deki bombardımandan aşağı kalmamaktadır. Bu eski İsrail-Suriye çelişkisinden başka bir noktayı işaret eder.
Türkiye açısından HTŞ’nin görünüm değiştirerek eski El Kaide kimliğinden daha ılımlı Müslüman Kardeşler kimliğine gelmesi 11 yıl önceki Davutoğlu politikası noktasıdır. Ama 11 yılda çok şey değişti. Şimdi Müslüman Kardeşleri’in Suriye’de egemen olması İsrail açısından HAMAS’ın ve Hizbullah’ın yenilmesinden sonra önemli değildir. Bunun Türkiye’ye yakın bir güç olması da farklılık yaratır.
Kürt Koridoruna ve Şii Hilaline gerek kalmamıştır çünkü İsrail’in Suriye ile olan işbirliği İran’a karşı oluşturduğu cepheyi Türkiye’den Azerbaycan’a kadar uzanan bir kuşağa dönüştürmüştür. İran’a karşı en büyük müttefiki de Azerbaycan’ın Güney Azerbaycan’la yakınlaşması veya buranın özgürleştirilmesidir. Güney Azerbaycanlılar Kuzeyle birleşmek istememekte fakat özgürleşerek mollalardan kurtulmak istemektedirler. Bu durumda İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye ve Azerbaycan bir ittifak oluşturmaktadır. Bu ittifak İsrail merkezli ve Trump’ın eksenidir. Türkiye ise Türkiye-Suriye ittifakı için uyumlu bir stratejik doğrultudadır. Ama bu stratejiler farklı ırmakların birleşerek tek bir ırmak haline gelmesi gibi bir olgudur. Türkiye’nin stratejik olarak Suriye ile oluşturacağı birlik İsrail ve Amerika’yla savaşma ihtimali olmadığı için bunların politikasıyla birleşecektir. Bu Türkiye’ye F-16, F-35 ve diğer uçakların verilmeyeceğini gösterir. İsrail’in saldırılarına karşı Suriye’nin arkasında duracak bir Türkiye’nin olmaması istenmektedir.
Bu yeni sahnelenen oyunda Türkiye bir aktör olarak Suriye ile birlikte geçmişteki gibi İhvan çizgisinde bir politikayı savunduğu noktada bağımsız bir çizgi doğrultusunda gitmektedir. Ama bu da ana oyunun bir parçası olarak İsrail-Suriye ittifakına katılmak yoluna çıkmaktadır. Diğer taraftan da bu Azerbaycan-İsrail ittifakına da uyum göstermektedir.
Azerbaycan küçük bir ülke olarak değerlendirilse de bu ittifakın ana unsurlarından olması ve İran’daki Türklerin özgürleştirilmesi açısından büyük aktör haline gelmektedir.
Türkiye ve Suriye kendi eksenlerinde bir politika oluşturma iddiasında olsa da Suriye’nin tüm askeri kapasitesinin yok edilmesi sonrası İsrail bombardımanı sonrasında harap olmak Suriye’nin kafasının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır. İsrail ile uzlaşmak zorunda kalacaktır. Hem Suriye’nin hem Azerbaycan’ın anlaşmasının yarattığı zorlama Türkiye’yi de uzlaşmaya mecbur bırakacaktır.
Büyük akıntılara kapılan salların bu akıntı boyunca hareket etmesi gibi yeni bir Orta Doğu projesinin oluşturduğu girdaba kapılan ülkelerin iradeleri akıntıya karşı yüzmeyi sağlayamayacaktır. Bu akıntıya karşı gelerek girdapta batmak yerine akıntıyla gitmeyi diyalektik olarak bu tip dönemlerde ülkeler tercih eder. Tarihte bunun örneklerini açıklıkla görebiliriz.
Biden döneminde ortaya çıkan Şiilerin tasfiyesi, Esad’ın Rusya ile beraber Orta Doğu’dan tasfiyesi olguları bu dönemi oluşturdu. Kürt Koridoruna ihtiyaç kalmaması sonucunda İkinci İsrail kurulması yerine İsrail-Suriye ekseni geçti. Buna Türkiye ve Azerbaycan’ın eklenmesiyle kapsam genişledi.
İran’ın hedef alınmasını açıklamak için sadece İran’ın nükleer güç geliştirmesinden İsrail’in duyduğu rahatsızlık yetmez. Ama yine enerji kaynaklarına baktığımız zaman Fars gaz sahası, dünyanın en büyüğüdür. Basra Körfezi petrol yatakları da öyledir. Çin’in İran’ın tüm gaz ve petrol yataklarına el koyma politikasının önüne geçme isteği İran’ı sınırlama isteğinin temelidir. Çin’in İran’ı tekeline almasının önüne geçilmek istenmektedir.
Son olarak; Colani’nin ismi Şara’dır ve Esad rejiminin önde gelenlerinden eski dışişleri bakanı ve cumhurbaşkanı yardımcısı Faruk eş-Şara’nın yeğenidir. Bu da aslında çok da iktidar değişikliği olmadığını gösterir. Bu anlamda rasyonel bir politikacı olan Faruk eş-Şara’nın İsrail ile uzlaşma çizgisi yeğeni tarafından hayata geçirilebilir.
12 yıl önce hükümet Davutoğlu’nun söylemiyle Emevi Camii’nde namaz kılma stratejisini öne sürmüştü. Bu şimdi gerçekleşti. 12 yıl önce Amerika’nın inisiyatifinde Türkiye Esad’ı devirmeye giderken Obama fikir değiştirerek Türkiye’nin Suriye’ye girmesini engellemişti. Esad’la çalışan PYD’yi Amerikancı bir hatta çekmişti. Ben birçok ulusalcı grubun aksine Türkiye, daha ortada PYD yokken buraya girerek güvenliğini sağlamalıdır tezini savunmuştum. Bugün Şara, bu bölgede tüm örgütlerin silah bırakmasını savunarak otoritesini egemen kılma noktasına gelmiştir. Fakat 12 yıl önce önerdiğim gibi burada Kürt Koridoru ve Şii Hilali tasfiye edilmediği için Türkiye’de Nusaybin’den başlayarak sınır şehirlerinde büyük ayaklanmalar yaşanmıştı.
12 yıl önce Mısır, Filistin ve Suriye eksenindeki İhvan-ı Müslimin stratejisi ABD’nin karşı çıkmasıyla engellenmişti. Yerine Türkiye dışlanarak birleşik Kürdistan stratejisi devreye sokulmuş ancak o da hayata geçemedi ve bu perde kapandı. Esad’ın gidişiyle bugün Türkiye-Suriye işbirliği oluşmakta ve yeni bir merkez oluşmuştur.
Türkiye’nin etkisindeki SMO’nun Kobani’ye ve Kamışlı’ya saldırısı ABD jetlerinin bunları bombalayıp bombalamayacağı noktasındadır. Biden giderayak böyle bir tavır alabilir fakat Trump döneminde Suriye’de bağımsız kantonlar olarak yer alması HTŞ ve SMO tarafından kabul edilmeyecektir. Bu bağlamda ABD de PYD’ye yaptığı yatırımları bir kenara bırakarak YPG’ye destekten vazgeçebilir. ABD, YPG’nin tasfiyesini onaylarsa bu Türkiye-Suriye ittifakını da onayladığı anlamına gelecektir. Bu noktada İsrail de ikilem içindedir. Bir taraftan Suriye’yi tümüyle güçsüzleştirmek adımlarını atarken diğer taraftan da güçsüz Suriye’nin kontrolünde olabileceği bir strateji izlemektedir. Aşırı güçsüz bir Suriye’nin de Şii Hilali’ne tavır alamaması Amerika’nın isteyebileceği bir durum değildir. Bu nedenle Suriye’nin aşırı zayıflamasına karşı çıkması beklenmelidir.