Türkiye’nin Asya-Pasifik‘teki Müslümanlarla ve Hint Müslümanlarıyla öteden beri çok özel bağları vardır. Arap yarımadasından görece daha uzak ama gönüllerde daha yakın bu coğrafyadaki halkların Milli Mücadele yıllarımızdaki maddi-manevi desteği de kuşkusuz bu bağı kuvvetli kılan en büyük etkenlerden biridir. Türkiye’de bir darbeyle bile iktidarı ele geçirmiş olsanız yine de buralarda en iyi şekilde karşılanır ve ağırlanırsınız. Türkiye’deki rejimin, bu ülkelere yapılan ziyaretlerde kendilerine gösterilen ilgiyi adeta bir şova dönüştürme gayretini anlayabiliyorum ama daha objektif değerlendirmede bunu yalnızca kendi hanelerine bir başarı olarak kaydetmelerini kabul etmem mümkün değildir.
İlgili ziyaretlerin şaibeli kısımlarını ve ülke liderlerinin akçeli ilişkilerini bir kenara bırakacak olursak, bu bölgede asıl gündem olması gereken konu Çin hükümetinin Uygur Türklerine yaptığı zulümdür. Geçtiğimiz günlerde Milli Savunma Üniversitesi (MSÜ) rektörünün alarm vermekte olan nüfus sorununa bir çözüm formülü olarak Uygur Türklerini önermesi birkaç açıdan oldukça talihsiz ve sorunlu bir öneri olmuştur. Her şeyden önce adını tastamam “Doğu Türkistan” olarak ifade etmekten imtina eden birisinin Türkiye ve Türkler adına bir çözüm sunamayacağını bilmek gerekir. Diyelim ki, MSÜ rektörü zat, bunda bir kasıt taşımıyordu ve gayet makul ve vicdani bir öneri olarak dünyanın farklı köşelerinde ezilmekte olan Türklerin Türkiye’ye getirilmesini önerdi. Peki oralardaki vatan davası ne olacak? Dolayısıyla rektör bey eksik konuşuyor… Bu husustaki arızaları gazetemiz yazarlarından Ozan Pekgöz, en açık haliyle Pazartesi günkü yazısında ele aldı. O yazıyı okumanızı salık veririm. Halihazırda Doğu Türkistan’daki Türk varlığına tehdit had safhadadır ve Hidayetullah Göktürk’ün Türk Solu‘na gönderdiği yazılarında da yer verdiği merhum İsa Yusuf Alptekin‘e ait o en güzel betimlemeyle “Dünya Türklüğünün yegâne istinatgâhı olan Türkiye” nin etkin politikası ve esaslı bir milli hükümetle bu tehditler ancak bertaraf edilebilir. Hidayetullah beyin tarihi uyarılar niteliğindeki yazılarını okumanızı da yine aynı şekilde şiddetle tavsiye ederim.¹
Türkiye’deki akılsız bir takım “güya ulusalcılar” ve dinciler görmek istemeseler de Türkler için asıl tehdit Çin‘dir. Fakat özellikle de ulusalcı geçinen tayfa için Çin ve Rusya her nedense daha muteberdir. Esasen bugünkü Rusya, Türkiye ve hatta İslam alemi açısından Çin’e nazaran artık eskisi kadar ciddi bir tehdit değildir. Önceki yazılarda sürekli gündeme getirdiğim 2050 ve 2075 projeksiyonlarının hiçbirisinde ne Rusya ne de maalesef Türkiye büyük ekonomiler arasında görünmüyor. Pek tabii bunda artmayan nüfusun da etkisi var. ABD‘nin ikinciliğe ve hatta üçüncülüğe gerilediği ortamda Çin ve onu da altına alacak Hindistan geliyor ki, ABD emperyalizmi kadar karanlık bir gelecek vaadidir bu.
Evet, uzun vadede Rusya diye bir tehdit yok ama Batı’nın desteğini tamamen çekmek üzere olduğu Ukrayna üzerinde denetim kurabilirlerse bu Avrupa ve Türkiye için yakın gelecekte sıkıntı üretmeye meyyaldir. Buradaki doğru strateji, Rusya’yı itelemektense Ukrayna’yı az hasarla kurtarıp hep birlikte ABD ve Çin’e karşı büyük Avrasya ittifakının kurulabilmesidir. Türkiye daha ayakları yere basan, reel politiği okuyabilen bir siyasetle bunda öncü olabilirdi ve halen de olabilir. Fakat yıllar geçiyor Türkiye, Avrupa Birliği kapılarında sürünmekten vazgeçmiyor. Avrupa Konseyi‘nin kurucu üyesi olmasına ve AB üyeleriyle birçok müşterek organizasyonda yer almasına rağmen vatandaşlarının vize ve gümrük kapılarında uğradığı insanlık dışı muameleye dur diyemiyor. Hatta ağırlığını koyup Ankara Anlaşması’nı bile doğru düzgün uygulatamıyor; kaldı ki Avrupa ve Rusya’yı bir arada tutabilecek öncü siyaseti yapabilsin…².
Çünkü Türkiye’deki rejim kendi geleceğinin peşine düşmüş, daha çok turist ve daha fazla işçi dövizi gelsin de nasıl gelirse gelsin derdinde. Avrupa’daki milyonlarca Türk de aynı sorumsuzlukla yaşayıp gidiyor; öyle ki Türk dönerinin etkisi bile bir Avrupalının gözünde Türkün kendisinden daha yüksek. Türkiye’nin ve diaspora Türklerin bastırıp elde edebildikleri hemen hemen hiçbir başarı veya çıkarttırabildikleri lehte bir karar yok. Bu zafiyette yurt dışı Türk topluluklarının olduğu kadar geçmiş hükümetlerin de kusurları bulunuyor elbette fakat yine de bunun böyle sürmeyeceğini söylemeliyiz. Ağır aksak da olsa Türklük adına olumlu bir değişim yaşanacaktır. Ancak, bizler bu arada Türkiye Türkleri ve Dünya Türkleri olarak kültürümüzü ve vatan kabul ettiğimiz toprakları savunmaktan geri kalmayarak; anavatan Türkiye’deki hükümetler ise dünyanın dört bir yanındaki Türkün hakkını gözeterek hareket etmeli. Örneğin Türkiye’ye sığınmış bir Uygur Türkünü Çin hükümetine iade etmek akıllardan bile geçirilmemelidir. Rektör bey pek hatırlamak istemez belki ama son yıllarda bu tip olaylar da yaşandı. Gerçi gayet normaldir; Türk’e hıyanet sayılabilecek bir başka eylem olan 15 Temmuz’ un ve onun korsan rejiminin adamı olduğu için bu umursamazlığına şaşmıyorum.
Duvardaki kilit tuğla: Akın Paşa
BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve YAŞ üyesi Akın Öztürk için çıkarttığı “Keyfi tutuklama yapıldı, adil yargılama olmadı” kararının uyduruk amerikanca karşılığı “Good morning after supper!” gibi bir şeydir herhalde, yani tam da bizdeki “Uyan da balığa gidelim” tarzı bir vaka! Yakında Gezi davası için de benzer kararlar çıkabilir. Gecikmiş bile olsa bu tür gelişmelerin rejimi rahatsız etmesi gayet normal. Fakat güya muhalif ama aslında son derece korkak zevatın “Efendim devr-i sabık yaratmayacağız…” laflarını kabul etmiyorum. Ne yani; yapılan suç yapanın yanına mı kalsın? Tam tersine toplumsal muhalefet ve siyasi partiler daha da sertleşmeli ve buradan yürünmelidir. Türkiye’de milli bir hükümet kurulmadan Türk dünyası adına bir tasarrufta bulunulamayacağı gibi uluslararası diğer meselelerde de sonuç aldırıcı politikalar üretilemez. Çünkü modern Türkiye, devraldığı tarihi miras ve üstlenmiş olduğu misyonla her şeye rağmen bugün bile ezilen halkların umududur. Çünkü Türk güvendir, Türük muteberdir, Török beklenendir.
Dipnotlar:
1) Ozan Pekgöz’ün yazısı:
https://www.turksolu.com.tr/erhan-afyoncu-once-uygur-vataninin-adini-ogrensin-dogu-turkistan/
Hidayetullah Göktürk’ün yazıları:
https://www.turksolu.com.tr/turkiyedeki-uygur-toplumunun-sosyolojisi-uzerine/
https://www.turksolu.com.tr/turkiyeyi-bekleyen-tehlike-ve-uygur-turkleri/
2) Ankara Anlaşması (1963): Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında imzalanan ve 1970’deki ek protokolle birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına çalışma, oturum vb. konularda kolaylıklar getiren ortaklık anlaşması.